Camaltı Sanatını Yaşatan Hukukçu: Av. Ayşegül Kaya

Söyleşi: Feriştah Zaferi – Fotoğraf: Tezcan Kıldıran
Bu söyleşi, İdeal Hukuk dergi Mart-Nisan 2011 Sayı 6’da yayımlanmıştır.

Balat sokaklarında yürüdünüz mü hiç? Sokakların, tarihi, kültürü ve cazibesi vardır kendine ait. Her dükkân, her yüz, her bir ses Balat’tır aslında. Bu ilgi çekici sokaklardan biri de Lavanta Sokağı’dır. Turistlerin ve özellikle fotoğrafçıların sık uğradığı bu sokakta, kaybolmaya yüz tutmuş bir halk sanatı canlandırılıyor. Geleneksel bir resim tekniği olan camaltı sanatına, “Hepsi Hikaye” adlı atölyesinde Avukat Ayşegül Kaya fırçasıyla hayat veriyor. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan geçen camaltı resimleri yapan Kaya, bu sanatın kendisi için inanılmaz bir zevk olduğunu belirterek kesinlikle “sabır işi” olarak görmediğini belirtiyor.

Hukukçu olmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında çok küçük yaşta, ortaokul yıllarında karar verdim. Sessiz, içine kapanık bir çocuk olmama rağmen adalet duygum vardı. Pek çok şeyi eleştiriyordum. Haksızlıkları hiç içine sindiremeyen bir çocuktum, lisede hukukçu olmayı çok istedim fakat illa da hâkim olmayı istiyordum. Bir edebiyat öğretmenim vardı. O hukuktan ayrılmış, sonra edebiyat okumak zorunda kalmış bir hanımdı. İlham aldığım, çok sevdiğim bir hocamdı. O zaman kimse üstünde durmuyordu. Ailemde pek çok öğretmen vardı, belki de o yüzden inandırıcı gelmedi. Ama o öğretmenim bana destek vermişti.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yıllarınız nasıl geçti?

Gaziantep Lisesi’nden mezun oldum ve İstanbul’a geldim. Vezneciler Kız Yurdu’na yerleştim. İstanbul’a gelmiş olmaktan, istediğim bir okulu kazanmış olmaktan çok mutluydum. Hiç unutmuyorum, üniversiteye girdiğim ilk gün, bahçeye girerken o kapının ihtişamını, o yolda yürürken aldığım keyfi… Hâlâ bugün gibi yakındır. 1982 yılıydı, zor bir öğrencilik dönemiydi. Çünkü yasaklı yıllar, askeri iktidar vardı. Güzel bir öğrencilik yaşadığımızı söyleyemem, yoğun bir baskı vardı. Özellikle Kız Öğrenci Yurdu’nda nerdeyse her gün aramaların olduğu bir dönemdi. Hiçbir şeye izin verilmiyordu. Ders çalışabileceğimiz bir yer yoktu ve vize denilen ucubeyi başımıza yıkmışlardı. O kadar çok sınava giriyorduk ki sınavdan sınava koşuşturuyorduk. Ben çok isteyerek girdiğim için okulu dört yılda bitirmek istemiştim, bunun için de deli gibi ders çalışıyordum. Fakülteyi bitirinceye kadar hâkim olmayı istiyordum.

Sonra neden vazgeçtiniz?

Fakülteyi bitirip staja başladığımda hâkimleri ve savcıları gördüğümde, birden bana göre olmadığını düşündüm. Çünkü ben özgür ruhlu birisiyim. Bu mesleğin beni bağlayacağını, Anadolu’da bu yüzden çok sıkıntı çekeceğimi düşündüm ve vazgeçtim. Bu üzücü bir şeydi, ama yıkıcı bir tespitti. Sonra mesleğe başladım, hep serbest çalıştım. Avukatlık mesleği böyledir. “Avukat, mutlaka bağımsız çalışmalı” diye düşünürüm, kendim için de böyle düşündüm. Sözünün üstüne söz, dilekçesinin üstüne imza kabul eder bir meslek değil avukatlık. O nedenle de bağımsız çalışmak güç olmasına rağmen ısrarla öyle çalıştım, ta ki yakın zamanda emekli olmaya karar verinceye kadar.

Bir kadın olarak hukuk, hayatınızı nasıl şekillendirdi?

Hukukçu olmaktan her zaman memnun oldum. Çünkü genç bir yaşta boşandım ve yalnız bir kadın olarak bir çocuk yetiştirmeye başladım. Bir kadın için boşanmak ve yalnız yaşayarak çocuk yetiştirmek güç olmasına rağmen toplumda ayakta durdum. Hukuk bilgisinin ve hukukun gerçekten çok desteği olduğunu düşünürüm. Kız çocuklarının özellikle hukuk okumasının çok değerli ve çok önemli olduğunu düşünüyorum. Keşke elimizde olsa, bütün kız çocuklarının hukukçu olmasını isterdim. Bu acayip bir güç ve iktidar demektir. İyi ki hukukçuyum, iyi ki de yaptım. Hukukta, farklı bir düşünce sistematiği vardır. Belli bir perspektifin, vizyonun olması gerekir.

ayşegül kaya 1

Siz aynı zamanda kadın hakları savunucularındansınız, bahseder misiniz?

1990’ların başında kadın hakları ile ilgili çalışmaya başladım. Türkiye’de o zaman az sayıda kadın hukukçu vardı bununla ilgilenen. Çünkü küçümsenen, yaşlı, çirkin, işi gücü olmayan kadınların uğraştığı bir alan gibiydi o dönemde. Bugün çok yol aldık o günleri düşündüğümüzde. Mor Çatı, Kadın Hakları ile birlikte çalışmalarda bulundum. Her zaman keyif aldığım, idealime uygun davalar kabul ettim. Her zaman özenerek yaptım, iyi bir yerde de bıraktım.

Hukuk dünyasından biri olarak sanata başlamanızda temel etken neydi?

Bence her hukukçunun tıpkı doktorlar için söylendiği gibi ya bir hobisi olması ya da alkol tüketmesi gerekiyor diye düşünüyorum! Nedeni ise, insan faktörü ile ilgilenen, insan unsuru ile sürekli yüz yüze olan insanlar için hayatın güçleşmesi. İnsanoğlu çok zor bir yaratık ve hukukçular da sorunlu işlerle uğraşıyorlar. İnsanlar, sıkıntıları olduğunda, ya malları ya da canları risk altındayken size geliyor. Dolayısıyla şiddet ve kötülükler bulaşıcıdır ve o ruhu temizlemek zorundasınız. Temizlemek için de bir hobinizin olması gerekir. Sizi kurtaran, hayata bağlayan, ideallere bağlayan, hayattan kopmamanızı sağlayan şey sanattır aslında. Ben de, sanatla uğraştım her zaman.

Sanatın diğer dallarıyla da ilginiz oldu mu hiç?

Elbette, müzikle oldu mesela. Olağanüstü dinleyiciyim. Sıradan bir dinleyici değilim, araştırıcı dinleyiciyim. Müzik her zaman kurtarıcıdır. Okumak, araştırmak, bir konuya ilgi göstermek… Bütün hukukçuların çok değişik ilgi alanları vardır. Benimki de onlar gibiydi. Ama el üretimi, el becerisi daha gelişkindir bende. Eskileri tamir ederim, eski zihniyet gibi gözükebilir ama. Her şeyin atılmasına, hızlı koşuşturma dünyasının içinde hızlı tüketilmesine karşıyım. Değerli şeyleri muhafaza etmek, koruma isteği, toplayıcılığım, antika merakı kökenim de var. Müzik, tiyatro, dans, sinema, edebiyat vazgeçemediğim şeyler. Aynı zamanda iyi bir dansçıyım, iyi tango yaparım.

Nasıl yetişiyorsunuz bu kadar yoğunluğa?

O kadar keyiflidir ki! Hayatta siz bir yer açmak isterseniz o, hayata yerleşir. Ama beklerseniz belki 50 yıl sonra bile gelip hayatınıza yerleşmez. Sadece size bağlı… Müzik, sanat çok önemli. Sergiye, sinemaya gitmeden olmaz. Çünkü ruhumuz çok zedeleniyor. Farkında olmuyoruz ama ruhumuzu kaybediyoruz. Hâlbuki hayatımıza yer açarsak bizi kötü düşüncelerden, kötülüklerden korur. Sanatla uğraşan insanların depresyona girecek vakitleri olmaz. Depresyon da bir tür ruhunu temizleyememekten, ruhuna iyi bir şeyler sunamamaktan geliyor bana göre.

Camaltı sanatını nasıl keşfettiniz? Sizi etkileyen şeyler nelerdi?

Camaltı sanatına başlamadan önce ben küçük bir camaltı koleksiyonu yapmaya başlamıştım zaten. Onun için de 30 parçalık küçük camaltı koleksiyonum var. Çok sayıda başka ülkelerden büyük bir kısmı da bizim ülkemizden çalışmalar var.

Camaltı sanatına başlamam inatlaşmakla oldu biraz. Ben Anadoluluyum. Camaltı sanatını biliyordum. Ama biz de her şey çağı ile şekillendiği için unutulan bir sanattı. Fakat camaltı hep ilgimi çekmiştir. Duvarda başka bir duruşu, başka bir eskiliği var. Çok az rastlamama rağmen mutlaka gözüme ilişirdi. Göz zenginliği de göz gezdirmekle ilgili bir şey. Mesela, bitpazarında dolaşmayı çok severim. Hiç kimsenin ilgilenmediği birçok yeri gezerim, merak ederim. Küçük parçaların peşine düşerim. Hep gözümü gezdirdiğim için camaltı gözüme daha çok ilişiyordu.

Konya’da yaşadım bir müddet, onun da etkisi var. Camaltı sanatı Konya’da, Mardin’de, Antep’te hâlâ yaşıyor. Aradan yıllar geçtikten sonra da Pera Müzesi’nde cam altı sergisini gezmiştim ve çok heveslenmiştim. Önce kurslar aradım ama bitmiş bir şeyin kursu mu olur! Kursu yoktu tabii…

Balat’ta yaşamamın da etkisi var. Ortaköy’den Balat’a taşındım. Balat, çok zihnimi açtı. Burada çok sanatçı yaşıyor. Tercihleri çok farklı olan insanlar var. Dünya ile çok farklı ilişkileri var. Ben de camaltı sanatını denemek istedim. İlk önce muhalefetle karşılaştım. “Niçin yapıyorsun gel heykel atölyesine seramik yap” diyenler oldu. Ben, “hayır ben camaltı denemek istiyorum” dedim. Yapan yok madem… Nasıl boyalar üretiliyor, nasıl yapılıyor, eskiden nasıl yapılıyordu diye araştırmalar yaptım. Tabii Türkçe kaynak olmadığı için yabancı dil kaynaklar çok işime yaradı. Başka ülkelerdeki müzelerde olan camaltıları çok ilgimi çekti ve giderek araştırmaları derinleştirip denemeleri sıklaştırdım. Cam boya desenler, modeller, öyküler ilgimi çekti.

Camaltı sanatında aslında hikayeler anlatılıyor. Size özgü belli bir hikaye var mı?

Mesela ikona, ikona artık çok az yaşadığı için ülkemizde ve para getirmediği için imal edilmiyor. Mesela ben ikona denemek istiyorum. Çünkü camaltı ikonalar varmış eskiden. Biz bilmiyoruz, hatırlamıyoruz. Ama mesela Romanya’da hâlâ çok camaltı ikonalar çalışılıyor. Hatta 15., 16., 17. yüzyıllardan kalan camaltı ikonalarla ilgili Transilvanya’da bir müze var. Henüz görmedim ama gidip görmeyi çok istiyorum. Aylarca ikona çalıştım. Çünkü Hıristiyanlıkla ilgili bilgim çok az olduğu için aylarca bunun peşinde koştum. İkona nedir, nasıldır? Karakalemle çalıştım ama “Nasıl renklendirilmelidir?” diye düşündüm. Renkler de çok önemli. Her bir rengin kendi dünyası ve anlattığı öyküleri var. Her biri için öykülerini, renklerini, desenlerini, yüzyıllarını öğrenmek bana büyük keyif veriyor. Bambaşka bir ufuk açıyor aynı zamanda. İlk çalıştığım ikona aylarca siyah beyaz olarak bekledi sonra ben onu kırmızı ve mavi renkte boyamam gerektiğini aylarca çalıştıktan sonra boyayabildim. Bu başka bir alan. Sadece bir halk sanatı gibi görüp geçmemek lazım… Çünkü öyküleri içlerinde, hikâyeleri ortaya çıkarmak gerekiyor. Tabii benim çalışabilmem için de onları öğrenmem gerekiyor.

ayşegül kaya 2

Geçmişte camaltı sanatında tanınan isimler var mı?

Camaltı sanatçıları isim kullanmamışlar. Çünkü öyküler, maniler gibi diyar diyar dolaşmış figürler. Fakat ilk yapanlar zaman zaman kendileri için bir mahlas kullanmışlar. Mahallemizde çağdaş sanatçılarla, “ben halkım, ben halk sanatı üreteceğim, dokunmayın” diye tartışırken bir de kendime mahlas edindim. Benim mahlasım, ‘Balatlı A’ olarak geçiyor. Bundan sonra da ‘Balatlı A’ olarak çalışmak istiyorum doğrusu.

Çalışmalarınızda ilgilendiğiniz bir tema var mı?

Aslında ben öyküsü olan temaları seçiyorum. Mesela, şahmaran ilgilendiğim bir alan. Unutulmuş bir öykü, Anadolu’da çok sayıda şahmaran hikâyesi vardır. Bizim için de çok önemli ve öğretici hikâyeler var. Mesela, şahmaran neden yılan biçiminde bir kadın diye soruluyor. Çünkü insanoğlunun hem iyiliklerini hem de kötülüklerini temsil ediyor. Şahmaranı evimize iş yerimize astığımızda, “başımıza iyi şeyler gelsin” diye dilenerek asılıyor. Ama bunu dilerken bile aslında kötü şeylerin iyi şeylerin içinde harmanlanmış olduğunu bilmemizi sağlayan bir figür. Anadolu’da her yerde yaygın, mesela; Tarsus, Iğdır, Mardin camaltı sanatının genel olarak yaşadığı bölgeler.

Kültür ve sanata, turizme katkı sağlamak için ön plana çıkarmayı düşünmüyorlar mı?

Maalesef bunları bizim ülkemizde bunu yapmak çok güç. Mesela; Mardin’de Şahmaran Ustası Hasan Özcan var. Çok hoş bir insan, o yörenin insanı. Camaltında sadece şahmaran çalışıyor. Ama hiç kimse desteklemiyor onu. Ne Kültür Bakanlığı, ne de sponsorluk yapabilecek firmalar. Hiç kimsenin sahip çıkmadığı bir alan olduğunda da kişisel çaba olarak kalıyor. Benim de kişisel olarak uğraşmamda olduğu gibi. Hasan Usta da orada olabildiği kadar her kesime ulaştırmaya çalışıyor. Oğlu ve kızıyla çalışıyor. Oğlu bakır, kızı nakış olarak işliyor. Şahmaran koleksiyonumda Hasan Usta’nın çalışmaları da yer alır.

Atölyenizin adı ‘Hepsi Hikâye’, kendisine ait bir hikâyesi var mı?

Her bir çalışmanın bir hikâyesi var. Bizim mahallemiz çok üretken bir mahalledir. Edebiyatçılarda olduğu gibi bir kamuoyu oluşturmuştuk komşularımla. Hep hikâyeler anlatırım ben. Anadolu’dan ve sözlü gelenekten gelen, çocukken çok hikâyeler dinlemiş birisiyim. O kuşak da, hikâye anlatıcıları da yok oluyor. Hikâye dinleyicisi çocuklar da kalmıyor yazık ki. Sohbet aralarında bildiğim hikâyeleri, Anadolu’dan meseller anlatırım. Zaten herkes beni hikâyeci bilir. Atölyeyi kurduğum zaman her bir camaltı parçasının hikâyeleri olduğu söylendiğinde, bir edebiyatçı komşum edebiyat hocası Selhan Endres, isim anneliği yapmıştır. “Hepsi Hikâye” ismini koyan o edebiyatçımızdır.

Hukuk yaşamınızın çalışmalarınızda katkıları muhakkak etkili olmuştur. Böyle yansımalar var mı?

Hukukçu olmak çok ilginç bir meslektir. Bir kere hayata bakış açınızı, düşünme biçiminizi şekillendiren, yönlendiren bir meslektir. Aynı zamanda insan ilişkilerini de yönlendiren bir meslektir. Hem insanların size bakış açısı bakımından hem de sizin hayatı algılayışınız, yaşayış açısından son derece önemlidir hukukçu olmak. Bir hukukçu sıradan insanlar gibi düşünmez. Bir hukukçu hukuk mantığı içerisinde bir yaşam sürdürür. Her şeyin neden-sonuç ilişkisini, gerekçesini mutlaka sorgular. İnsan ilişkilerinize de yaptığınız her şeye de yansır. Hukukçuluktan emekli oldum ama ömür boyu üzerimde taşıyacağım bir izdir ve bundan kurtulmak mümkün değildir, kurtulmak da istemem açıkçası. Her zaman bir ayrıcalık tanır size. Sakın yanlış anlaşılmasın başkalarını küçümsemek için değil bu. Ama hayatınıza gerçekten derin bir iz bırakır. Siz herkes gibi bir şeyin üstünden sıradan bir biçimde geçemezsiniz. Soru sorarsınız, yanıt ararsınız, yanıtın peşinden gidersiniz ve sonuca ulaşırsınız. Bu çok önemlidir bizim ülkemizde de pek alışık olmayan bir yaşam biçimidir neden sonuç ilişkisi. Kendi içinde sorgusunu yargısını da içeren bir yaşam biçimidir. Elbette herhangi bir sanatçıdan farklı algım ve yaklaşımımım var camaltı sanatına.

Camaltı sanatına ilgi duyanlara ve yeni başlayacaklara neler önerirsiniz?

Kurslar vermek istiyorum, heveslisi, soranı da çok. Ben de hâlâ öğrenmekteyim aslında, üzerinde çalışıyorum. Ama bir an önce fırçayı ellerine alıp malzemelerle başlamalarını isterim. Çünkü ben de fırçayı alıp çalışmaya başlamıştım ama ilk kez fırçayı elime almıyordum. Daha önce çalışmalarım olduğu için el becerim yüksekti. Öncelikle, hem el becerisini hem de bakış açısını yükseltmek lazım. Cam boyaları, hem profesyoneller için hem de amatörler için çok sayıda mevcut. Piyasada rahatlıkla bulmak mümkün. Ama klasik örnekler üzerinden başlamakta fayda var. Mesela; “Buda Geçer Yahu”, şahmaran, Mevlevi sikkeleri gibi pek çok örnek olabilir. Çok sayıda Hz. Ali tabelası vardır. Mevlevi tekkesinin çizimleri ve sunumları vardır. Klasik örneklerden başlanarak geliştirilebilir. Yapı Kredi Sanat Galerisi ve Pera Müzesi’nin hazırladığı iki tane camaltı ile ilgili katalogu ve yayını var. Bilgilendirici çok şey içeriyor.
Bir yerden başlamak lazım… Ben hararetle öneririm. Çok keyifli ve insanı alıp uzaklara götüren, birçok detay gösteren, çok şey öğrenmenizi sağlayan bir sanattır. Bir araştırma alanı aslında. Yalnızca fırçayı, boyayı alıp yapmak değil. Onun anlamını, öyküsünü dönemini öğrenmek çok keyifli. Diğer sanatlardan ayıran bir şey benim için. Siz ona kaptırıyorsunuz kendinizi, bir tabloyu bitirip seyrettiğiniz zaman. Müthiş iç dinginliği ve huzura ulaştırıyor sizi.

Camaltı sanatını Anadolu ile dünyadaki diğer örneklerle karşılaştırdığınızda nasıl bir fark var?

Cam boyaları şeffaf boyaların arkasına da alüminyum folyo kullanılıyor. Işığı coşturuyor derinlik kazandırıyor. Dünyadaki örneklerde levha arkalarında kumaş hiç kullanılmamış ama çok eski yıllarda Anadolu örneklerinde desenli ve renkli kumaş kullanılmış. Bu, camaltı sanatında dünya örneklerinden farklı olan bir Anadolu özelliği.

Esinlendiğiniz bir şeyler var mı?

Gravürlerden çok şey öğreniyorum.

Unutulmaya yüz tutmuş kaybolmakta olan sanatlar arasında yer alıyor camaltı sanatı. Daha fazla yaygınlaştırmak ve tanıtmak için çabalarınız var mı?

Camaltı sanatını tanıtmak önemli. Ticaret yapmaktan ziyade ben tanıtmak derdindeyim aslında. Ulaştırmak çok güzel bir şey. Çünkü değerlerimizi çok hızlı biçimde yitiriyoruz. En azından bir tanesine sahip çıkabilmeyi istiyorum. Bu yüzden camaltını seçtim. Birkaç yıldır bunun için çalışıyorum. İSMEK’ten de bir teklif aldım ve öğretmenlerine ders verdim. Çok hazırlandım, bu alanda slâytlar hazırladım ama hiç ilgi göstermediler, çok üzüldüm. Herkes alıştığı şeyi yapmak istiyor. Bizdeki alışkanlıklar yüzünden merak, bizim için kuşku duyulan bir şey. Bu merakı ahşap boyama, dikiş nakış, takı tasarım gibi son trendlerle gideriyorlar.

Bir anne bütün bildiklerini kızına aktarmak ister. Özellikle Aşk-ı Memnu dizisi ile tanınan kızınız Hazal Kaya’nın oyuncu olmasının yanı sıra camaltı ve diğer sanatlara ilgisi nasıl?

Hazal çok şanslı bir çocuk diye düşünüyorum. Sanatçılar, müzisyenler, edebiyatçılar, hukukçular, doktorlar arasında büyüdü. Pek çok ailenin duymadığı, bilmediği ortamda büyüdü. Ne kadarını öğrendi ne kadarını hayatına yansıtacak bilmiyorum ama elbette ister istemez pek çok şeyi aktardığımı düşünüyorum. Mesela, çok iyi bir damak tadı var, yemek yapabilir, peçiç oynar, Antep’e özgü pek çok şeyi bilir. Ama ben hep şunu öğretmeye çalıştım; “Bir insan ne iş yaparsa yapsın kendi ülkesinden iki şarkı, iki türkü bilmiyorsa, bir yemek yapmayı, dans etmesini bilmiyorsa başka ülkeleri, kültürleri algılaması, yargılaması, değerlendirmesi çok güçtür.” Yereli bilmeyen, evrensele ulaşmakta güçlük çeker. Gençlerin yerel müzikleri, yerel kültürleri öğrenmeleri çok önemli… Çünkü onları zenginleştirecek bir şey. Neden Ortadoğululuğumuzdan, bize özgü tatlardan ve bize özgü değerlerden vazgeçelim? O kadar batılı olmamız iyi değil bence!

Çünkü gittiğim pek çok ülkede hep eksik bir şey kalıyor. O eksik şey bizde var. Başka açılar, başka renkler, başka değerli yanlarımız var. Batılı olanaklar güzel olabilir ama kendimize özgü şeylerimizden feragat etmemeliyiz. Bu bizi alçaltmaz, tam tersine daha yükseğe getirecek değerler bunlar. Ben Ortadoğululuğumdan ya da Anadoluluğumdan feragat edersem iyi olacağını sanmıyorum, aksine bende olan değerlerin sığlaşacağını düşünüyorum. Bizim renklerimiz kendine özgü renkler olmalı. Ama giderek ülke tek tipleşiyor. Aynı giyimler, aynı filmler… Hazal da yerel değerlerin farkında… El sanatlarından ziyade oyunculuğa merakı var.

Unutulan güzellikleri yeniden ortaya çıkartıyorsunuz onlara hayat veriyorsunuz. Gelecekte neler yapmak istersiniz?

Kızım büyüdükten sonra oyuncu olmak istediği zaman daha önce izleyici olduğum sinema çok ilgimi çekmeye başladı. Kızıma da yardımcı olabilmek için pek çok kursa gittim. Sinema ile ilgili donanımlarımı yükseltmeye çalışıyorum. İleride belgesel çekmek istiyorum. Amerika’da New York Folk Art Museum var, orada sergi açmak benim hayallerimden birisi. Anadolu sanatını, Anadolu kültürünü yurt dışında bir yerlerde tanıtmayı çok isterim.

Siz aynı zamanda Kadın Hakları Savunucusu olarak ‘Kadının El Kitabı’nı çıkarttınız. Başka çalışmalarınız da olacak mı?

‘Kadının El Kitabı’, kadınların yasalardaki haklarını anlatan, yol gösteren bir başucu kitabı. Bir de, aslında kökeni Hindistan olsa da Gaziantep ve yöre kültüründe de var olan ‘Peçiç’ oyununu tanıtan, kaybolmaması için derlenen ‘Peçiç’ adlı bir kitabım var. Camaltı sanatı ile de ilgili bir yayın hazırlıyorum. Literatüre geçecek bir şey olsun istiyorum. Bir de İstanbul ile ilgili yazmak istiyorum, araştırmalarım devam ediyor.

Camaltı sanatı

Camaltı sanatı, cam levhaların arka yüzeyine toz boya, sulu boya, guaj, cam boyası ya da akrilik boyalarla çalışılan bir resim tekniği. Görünüşte tuval üzerine yapılan resimlere benzer olsa da özelliği bunların tam tersi sırayla boyanması. 20. yüzyılın sonuna kadar büyük gelişme göstermiş, camaltı resim sanatı bugün kaybolmaya yüz tutmuş durumda. Oysa zamanında camaltı sanat ürünleri evlerin dışında, mescit, tekke, türbe gibi dini mekânlarda kahve, kasap, berber gibi dükkânların duvarlarını süslerdi.

Bu içerik daha önce İdeal Hukuk dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.