İddianamenin İadesi*

Av. Mustafa Tırtır / İstanbul Barosu Avukatı

İddianame ’nin iadesi müessesi, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Mahkemesi Kanunu’nun 174. maddesinde yer almaktadır. 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda yer almayan bu düzenlemenin amacı, 5353 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un gerekçesinde yer almıştır.

Buna göre duruşmaların tek celsede, zorunluluk bulunduğu takdirde birbirini izleyen oturumlarda, mümkün olduğu takdirde bir günde bitirilmesi ve savcılık makamı tarafından soruşturmanın tüm yönleri ile doğru ve eksiksiz tamamlanarak mahkemeye gönderilmesi amaçlanmıştır.

İddianame’nin iadesi, Öztürk – Erdem tarafından, Alman Ceza Muhakemesi Hukuku’nda da kabul edildiği üzere “ Ara Muhakeme Evresi ” olarak adlandırılmıştır. Öztürk ve Erdem’e göre, bu evre, soruşturma ile kovuşturma evresi arasında kaldığı için bu adı almıştır. Ara Muhakeme evresi, iddianamenin mahkemeye verilmesi ile başlar, iddianamenin iadesi ya da kabulü kararı ile sona erer . Kunter – Yenisey – Nuhoğlu, soruşturma ile kovuşturma evresi arasında kalan bu evreye kısa soruşturma evresi adını vermiştir. Bu çalışmamızda önce iddianamenin unsurları, sonra da iddianamenin iadesi müessesesi ele alınacak, buna ilişkin bazı hususlar ortaya konmaya çalışılacaktır.

I) İDDIANAMENIN UNSURLARI:

5271 sayılı CMK’nın 170. maddesine baktığımızda, soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda “yeterli şüphe” oluşturuyorsa cumhuriyet savcısının iddianame düzenleyeceği, 3. fıkrada iddianamenin neleri içereceği hususu yer almıştır.

CMK’nın 170/3. maddesine göre tanzim edilen bir İddianame’de; Şüphelinin kimliği, Müdafii, Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği, Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanunî temsilcisi, açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği, şikâyette bulunan kişinin kimliği, şikâyetin yapıldığı tarih, yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri, yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, suçun delilleri, şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri yer almalıdır.

170. madeninin 4. fıkrasında “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır” hükmü; 5. fıkrada “iddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, “lehine olan hususlar da ileri sürülür” hükmü yer almaktadır.

II) İDDIANAMENIN IADESI :

CMK’nın 170.maddesine istinaden düzenlenen iddianame, görevli ve yetkili mahkemeye gönderilir. İddianamenin iadesine veya kabulüne karar verme yetkisi, iddianameninin gönderildiği mahkemeye aittir. Mahkeme, kendisine gönderilen evrakı ve iddianameyi inceledikten sonra, iddianamenin iadesine veya kabulüne karar verecektir. Bu incelemenin CMK’nın 174/1. maddesi gereğince 15 günlük süre içerisinde yapılması gerekmektedir. Bu süre içinde herhangi bir karar verilmemesi CMK’nın 170/3. maddesine göre iddianamenin kabulü anlamına gelmektedir.

A) İddianame’nin iadesi nedenleri:

İddianamenin iadesi ile ilgili CMK’nın 174. maddesinde 3 sebep yer almaktadır. Bu sebepler;
a) İddianamenin, 170. maddeye aykırı olarak düzenlenmesi,
b) İddianamenin suçun sübutuna etki edecek mutlak sayılan delil toplanmadan düzenlenmesi,
c) İddianamenin, ön ödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde ön ödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenmesi, şeklinde sayılmıştır.

Bu maddeye istinaden, madde gerekçeleri, uygulamada verilen iade kararları ve Yargıtay kararları dikkate alınarak, iade müessesi ilgili şu hususları belirtebilmek mümkündür.

1) Mahkeme, öncelikle dava dosyasını ve iddianame’yi CMK’nın 170. maddesinde sayılan hususlar yönünden incelemeli, dava açılması için yeterli delil bulunsa bile, 170. maddede yer alan ve şekli sayılabilecek hususların yer almaması halinde iddianameyi iade etmelidir.

Mahkeme, iade sebeplerini işin esasına girmeden irdelemelidir. Maddi olgular konusunu tartışmadan, sadece sevk maddesini ve dosyaya yansıdığı kadarı ile açıkça görülen eksikliklerle yetinmelidir.

İddianame’de şüphelinin açık kimliği ya da o kişinin tespitine ilişkin bilgilerin açıkça gösterilmesi gerekmektedir. Şüphelinin kim olduğunun tespit edilememiş olması halinde iddianamenin iadesine karar verilecektir. Uygulamada sanığın nüfus ve sabıka kaydı olmaması sebebiyle iddianamenin iadesine karar verildiği görülmektedir. Halbuki başlı başına sanığın nüfus ve sabıka kaydının olmaması CMK’nın 174. maddesinde bir iade sebebi olarak gösterilmemiştir. Gerçekten Yargıtay 6. Ceza Dairesi, CMK’nın 174. maddesinde yer alan iddianamenin iadesi sebepleri arasında şüphelinin nüfus ve adli sicil kayıtlarının iddianameye eklenmemesi ve etkin pişmanlık halinin araştırılmaması hususlarının yer almadığını açıkça belirtmiştir.

Belirtmek gerekir ki, sanığın ifadesinin alınmaması, iddianamenin unsurları arasında ve iddianamenin iadesi sebepleri arasında yer almamaktadır. Dolayısıyla başlı başına sanığın ifadesinin alınmamış olması, iddianamenin iadesi sebepleri arasında yer almamaktadır. Ancak, sanık ifadesi, suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan delil olarak kabul edilerek iddianamenin iadesi yönünde karar verilebilir.

Yargıtay’ımız iddianame’deki her hangi bir bilginin yanlış yazılmasını, düzeltilmesi mümkün maddi hata kabul olarak kabul etmiş, bu gerekçe ile iddianamenin iadesi yönünde karar verilemeyeceğini belirtmiştir.

2) CMK’nın 174. maddesinin ikinci fıkrasında suçun sübutuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen iddianamenin iade edileceği hususu yer almıştır. Kanaatimizce, bu hüküm, iddianamenin iadesi ile ilgili önemli hususlardan birisi olarak ortaya çıkmıştır.

CMK’nın 170/2. maddesine göre soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısının bir iddianame düzenleyeceği hususuna temas etmektedir. Dolayısıyla bir davanın açılması, yeterli şüphenin mevcudiyetine bağlıdır. Ancak, iddianamenin iadesi için suçun sübutuna etki edecek mutlak bir delilin toplanmamış olması halinde mümkündür.

Maddede yer alan Mutlak Delil, şüpheli ile isnat edilen suç arasında en önemli illiyeti ortaya koyan, mevcut olmaması halinde de, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini zorunlu kılan delil olarak tarif edilebilir.

Yargıtay’ımız evrakta sahtekarlık suçları yönünden bilirkişi incelemesini, fikri sınai haklarla ilgili davalarda eserin kopya veya bandrolsüz olup olmadığı, ürünlerin taklit olup olmadığı hususları ile ilgili bilirkişi incelemelerini suçun sübutuna ilişkin mutlak delil olarak nitelendirmiştir.

Uygulamada bu fıkra, çok geniş yorumlanmakta, toplanması gereken 4 – 5 ya da daha fazla delilin mutlak delil olduğu belirtilerek iddianamelerin iade edildiği görülmektedir. Acaba mahkeme, toplayabileceği delilleri ayrıntılı olarak iade gerekçesine yazıp, belirtilen delillerin mutlak delil olduğunu belirterek iddianameyi bu sebeplerle iade edebilecek midir ? Yoksa evrakta sahtekarlık ile ilgili davalarda olduğu gibi, bilirkişi incelemesi gibi şüpheli ile isnat edilen suç arasında illiyeti ortaya koyan delil mi mutlak delil olarak kabul edilecektir.

Mahkemeler, kendileri tarafından toplanabilecek delilleri mutlak delil olarak nitelendirip iade kararı vermemelidir. Başka bir ifade ile araştırıldığı takdirde temin edilebilecek delillerin araştırılmaması iade gerekçeleri arasında yer almamalıdır. Mutlak bir delilden kasıt, sanık ile isnat edilen fiil arasında illiyet bağını ortaya koyan delildir. Aksi durumun kabulü, cumhuriyet savcısına, belirtilen delilleri topla talimatı anlamına gelebilecektir.

Öztürk – Erdem, mahkemelerin eksiklikleri ve yanlışlıkları bulunan iddianameyi iade etmek yerine, kendisi delil toplamaya ve eksiklikleri tamamlamaya çalışmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Zira bu durumda iddia faaliyeti ile yargılama faaliyetinin tek bir kurulda birleşeceği, bu durumun AİHS’nin 6. maddesinde yer alan Adil Yargılama İlkesine aykırılık teşkil edeceğini belirtmiştir.

Şahin ise, cumhuriyet savcısının delile ulaşma imkanı olduğu halde, ihmal ya da gözden kaçırma durumunda, iddianamenin iadesi için gerekçe olabileceğini, ancak söz konusu delile şu ya da bu şekilde ulaşılamadığı takdirde bu durumun iade gerekçesi olamayacağını ortaya koymuştur.

3) CMK’nın 174. maddesi hükmü gereğince, ön ödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan fiillerde, ön ödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianame iade edilecektir.

Yargıtay 2.Ceza Dairesi tarafından, yalnızca mağdurun “uzlaşmak istemiyorum” şeklindeki beyanına dayanılarak tanzim edilen iddianamenin CMK’nın 253. maddesine aykırı olarak uzlaşma teklifi yapıldığı gerekçesi ile iddianamenin iadesi kararında isabetsizlik görülmediği belirtilmiştir.

4) İddianamenin iade sebepleri 174. maddede sınırlı bir şekilde yer almıştır. Halbuki, uygulamada bir çok sebeple iddianamenin iadesine karar verildiği görülmektedir. CMK’nın 174. maddesinde yer almayan bir sebeple iade kararı verilmemelidir.

5) Savcının değerlendirmesine tabi hususlar, CMK’nın 174.maddesi gereğince iade gerekçeleri arasında yer almamalıdır. Bu nedenle mahkeme, savcının nitelendirmesine katılmadığını belirterek iade kararı vermemelidir.

Madde gerekçesinde yer alan “savcının değerlendirmesine tabi hususlar” ibaresinden cumhuriyet savcılarına verilen yetkiler ve takdir hakkı anlaşılmalıdır. Örneğin 170. maddede yer alan, yeterli suç şüphesinin varlığı, görevli ve yetkili mahkemenin belirlenmesi, Çocuk Koruma Kanunu’nun 19. maddesinde yer alan kamu davasının açılmasının ertelenmesi savcının değerlendirilmesine tabidir.

Bilhassa mahkeme, soruşturmada toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturup oluşturmadığı konusunda bir değerlendirme yapmamalı, bu gerekçe ile iddianamenin iadesine karar vermemelidir. Mahkeme, denetimini, 170. maddenin 2., 3., 4., 5., 6. fıkralarında yer alan hususlarla sınırlı tutmalıdır.

Madde gerekçesinde, görev ve yetki konusunda iddianamede ancak açık bir yanlışlık veya çelişki varsa iadenin mümkün olabileceği belirtilmiştir. Başka bir deyişle iddianamenin görevli veya yetkili mahkemeye hitaben düzenlenmediği anlaşılabiliyorsa, iadeye karar verilebilecektir. Buna karşılık, cumhuriyet savcısının değerlendirmesinde bir çelişki olmadığı sürece iddianameyi iade etmemelidir. Zira, bu sorun, görev veya yetki uyuşmazlığının konusu olacak mahkeme tarafından çözümlenecektir. Dolayısıyla iddianamenin iadesi yoluyla çözümlenmeye çalışılmamalıdır.

Madde gerekçesinde yer alan bu hususun uygulamada sorunlara yol açacağı düşünülmektedir. Zira, mahkeme, görev ve yetki hususunda açık bir çelişki haricinde, iddianame’nin iadesine karar veremeyecek, iddianameyi kabul edecektir. Ancak mahkeme, görevsiz ya da yetkisiz olduğu düşüncesinde ise, iddianameyi kabul ettikten sonra, davanın esasına girecek, ancak ondan sonra derhal görevsizlik ya da yetkisizlik kararı verebilecektir.

İşte bu nedenle, görevsizlik kararı ile, davayı esastan karara bağlayacak olan mahkeme, başka bir sebeple, CMK’nın 174. maddesine istinaden iddianameyi iade hakkını, artık kullanamayacaktır. Zira, görevsizlik kararı veren mahkeme, iddianamenin kabulüne karar vermiştir.

6) Olaylar ile deliller arasında ilişki kurulmaksızın, sadece olaylara ve sadece delillere ard arda yer verilmiş ve takdirin mahkemeye bırakılmış olması halinde de iade mümkündür.

170. maddenin 4. fıkrasında yer alan bu hüküm, kanaatimizce, İddianame’nin iadesi ile ilgili önemli bir hükmü içermektedir. Zira, bu hükümden önce tanzim edilen bir iddianame’de olayların alt alta sıralandığı, olaylarla kişilerin ilişkilendirilmediği, takdirin mahkemeye bırakıldığı sıklıkla görülmekteydi. Bu hükümle bu durumun önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

7) CMK’nın 174. maddesinin ikinci fıkrasında “suçun hukuki nitelendirmesiyle ilgili iddianamenin iadesine karar verilemez” hükmü yer almaktadır. Bu fıkra ile aslında mahkeme tarafından çözümlenecek bir konunun, iddianamenin iadesi ile çözümlenmesinin önüne geçilmek istenmektedir. Gerçekten bu konu ile ilgili Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 26.12.2005 tarihli kararında, suçun tavsifi ile ilgili bir gerekçe sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceği, bu konunun yargılama aşamasında çözümlenmesi gerekeceği belirtilmiştir.

8) CMK’nın 174. maddesinde yer alan iade sebepleri tahdididir. Bu madde dışında, mevzuatımızda yer alan herhangi bir kanun maddesinin ihlal edildiği gerekçesi ile iade kararı verilemez. Örneğin küçüklerle ilgili bir ifadenin müdafii huzurunda alınmaması iade sebepleri arasında yer almamaktadır.

9) Uygulamada, iddianamenin iadesine karar vermeden önce cumhuriyet savcısından mütalaa alındığı görülmektedir. Üsküdar 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görevle ilgili iddianamenin iadesi yönünde verilen kararda bu durum görülmektedir.

10) Kunter – Yenisey – Nuhoğlu’na göre, mahkemeye gönderilen iddianame, taslak şeklindeki iddianamedir. Bu iddianame’nin değerlendirilirken, savunma tarafının görüşlerinden istifade edebilmesini sağlayacak bir mekanizma öngörülmemiştir. Ancak savunma tarafı, dosyayı sık sık kontrol ederek, iade kararının verilmesini sağlayacak bilgi ve belgeleri mahkemeye sunabilir.

B) İddianamenin iadesinden sonraki hukuki süreç:

İddianamenin iadesi kararı üzerine, Cumhuriyet savcısı, iade kararına itiraz eder ya da iade kararı uyarınca eksiklikleri ikmal ederek ilgili mahkemeye gönderir. Şimdi bu hususlara, sonuçlarına ve müracaat edilebilecek kanun yollarına temas etmek gerekmektedir.

a) Cumhuriyet savcısı iade kararına itiraz eder.

Cumhuriyet savcısı, iddianamenin iadesi kararına karşı, CMK’nın 174. maddesinin 4. fıkrası gereğince itiraz yoluna müracaat edebilir. CMK’nın 174/4. maddesi gereğince cumhuriyet savcısı, iade kararının gönderildiği tarihten itibaren yedi gün içerisinde iade kararını veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine yapılacak bir beyanla itiraz edebilir.

İddianame’nin iadesine karar veren mahkeme, bu itirazı üç gün içinde inceler, verdiği kararda değişiklik yapılması gerektiği sonucuna varır ise, öngörülen değişikliği yapar. Mahkeme, Cumhuriyet Savcılığı tarafından ileri sürülen itiraz gerekçelerinin yerinde olmadığı sonucuna varırsa, itirazın incelenmesi için dosyayı, CMK’nın 268/3. maddesi gereğince yetkili mercie gönderir.

İtirazı incelemeye yetkili merci, itirazın yerine olmadığı sonucuna varır ise, itirazın reddine karar verir ve dosyayı, iade kararında belirtilen eksiklikleri gidermek ve soruşturmayı yapmak üzere cumhuriyet savcılığına gönderir.

Ancak cumhuriyet savcısı, “itirazın reddine dair” karara karşı, CMK’nın 309.maddesine göre Kanun Yararına Bozma yoluna gidebilir. Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan itirazın reddedilmesi halinde kanun yararına bozma yoluna gitmeden de iadesi kararında yer alan hususları dikkate alarak eksiklikleri giderebilir.

Bu aşamada cumhuriyet savcısının yetkileri iade kararında belirtilen hususlarla sınırlamak doğru değildir. Iade kararı üzerine savcı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebileceği gibi, bazı şüphelileri iddianameden çıkarabileceği gibi, başka isimleri de iddianameye ekleyebilecektir.

İtirazın kabulü halinde, iade kararını veren mahkeme, CMK’nın 309. maddesi gereğince kanun yararına bozma yoluna gidemez. Zira bu yol, asıl ceza davasını çözmeye devam etmenin imkansız olması halinde mümkündür.

b) İade kararında yer alan eksikliklerin tamamlaması:

CMK’nın 174. maddesinin 4.fıkrası gereğince “Cumhuriyet savcısı, iddianamenin iadesi üzerine, kararda gösterilen eksiklikleri tamamladıktan ve hatalı noktaları düzelttikten sonra, kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmaması halinde, yeniden iddianame düzenleyerek dosyayı mahkemeye gönderir” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince cumhuriyet savcısı, iade kararında belirtilen eksiklikleri giderdikten, hatalı noktaları düzelttikten sonra, yeniden iddianame düzenleyebilir.

Maddenin 5. fıkrası gereğince, iade kararında belirtilen hususlar giderildikten sonra, artık mahkeme yeni ve farklı sebeplere dayanarak ikinci kez iddianameyi iade etmemelidir. Ancak cumhuriyet savcısı tarafından iade sebebi olarak gösterilen eksiklikler tamamlanmadan ve hatalı noktalar düzeltilmeden, aynı iddianamenin yeniden mahkemeye verilmesi halinde, bu iddianame iade edebilecektir.

c) İddianame’nin kabulünden sonraki hukuki süreç:

Mahkeme, iddianamenin kabulüne karar verdiği takdirde, şüphelinin gidilebileceği bir kanun yolu bulunmamaktadır. İddianamenin kabulüne dair karar veren mahkeme artık, davanın esasına başka bir deyişle kovuşturma aşamasına girmiş demektir. İddianamenin iadesine karşı savcı açısından itiraz yolu açık olduğu halde, iddianamenin kabulüne karşı, savunma olarak gidilebilecek kanun yolu olması gerekir mi sorusu aklımıza gelmektedir. CMK’nın 174. maddesinde iade kararına karşı savcı tarafından itiraz yoluna gidileceği yer almış, ancak savunma tarafının, iddianamenin kabulü kararına karşı bir kanun yoluna müracaat edip edemeyeceği hususu düzenlenmemiştir.

CMK’nın 175. maddesine göre, iddianamenin kabulü ile kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlar. Ayrıca CMK’nın 268. maddesinde, hakim ya da mahkeme kararına itiraz edilebileceği hususu yer almaktadır. Kovuşturma evresi başlamış olmasına ve iddianamenin kabulü kararının da mahkeme kararı olmasına göre, şüpheli tarafından iddianamenin kabulü kararına, itiraz edebilme hakkının olması gerektiği düşünülmektedir.

III) İDDIANAME YERINE GEÇEN BELGELERIN IADESI:

5271 sayılı CMK’nın 170. maddesinin birinci fıkrasında kamu davası açma görevinin cumhuriyet savcısına tarafından yerine getirileceği, maddenin ikinci fıkrasında ise soruşturma sonunda toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyor ise, cumhuriyet savcısının bir iddianame düzenleyeceği hususu yer almaktadır.

Yine CMK’nın 171. maddesiyle kamu davası açmada takdir yetkisinin cumhuriyet savcısına ait olduğu, etkin pişmanlık halinin mevcudiyeti ve şahsi cezasızlık halinin varlığı halinde cumhuriyet savcısının kamu davası açmayabileceğini ortaya koymuştur.

CMK’nın 174. maddesinde İddianamenin iadesi müessesi düzenlenmiş ve hangi hallerde iddianamenin iade edileceği hususu sıralanmıştır. Ancak 174. maddeye baktığımızda İddianame yerine geçen ve İddianame hükmünde olan bazı belgelerin iade edileceği hususu yer almamıştır.

Son olarak CMK’nın 175. maddesinde kovuşturma evresinin İddianame nin kabulü ile başlayacağı açıkça belirtilmiştir. 5237 sayılı CMK’nın bu maddeleri incelendiğinde İddianame ile davanın açılacağı, iddianame ile kovuşturma evresine başlanacağı anlaşılmaktadır.

Ancak mevzuatımız, bazı hallerde iddianame olmadan da kamu davasının açılabilmesine ve kişilerin ceza mahkemesinde yargılanabilmelerine izin vermekte idi.

Memurlarla ilgili “Lüzum-u Muhakeme Kararı” ve Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’ne açılan davalarda, TBMM tarafından tanzim edilen belgeler, bu nitelikteki belgelerdendir. Açılan davalarda bu tür belgeler, iddianame yerine geçmekte, doğrudan mahkemelere gönderilmekte ve yargılama bu belgelere göre yapılmaktadır.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’da iddianame yerine geçen bu belgelere ilişkin hükümlerin ayrıca yer almasının bir zorunluluk olduğunu düşünmekteyiz. Zira yukarıda saydığımız maddeler dikkate alındığında, görülmekte olan bir ceza davasında iddianamenin bulunması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Bu belgelere ilişkin bir düzenleme yer almamasına rağmen, mahkemelerin bu belgeleri, CMK’nın 174. maddesine atıf yaparak kabul ettikleri görülmektedir. Bu nedenle iddianame yerine geçen bu belgeler, CMK’nın 170. maddesi dikkate alınarak tanzim edilmeli, ayrıca bu belgelerle ilgili CMK’nın 174. maddesi gereğince iade gerekçeleri tespit edildiği takdirde, gönderildikleri makama iade edilmeleri gerekmektedir. Nitekim uygulamada son soruşturmanın açılmasına dair kararın iade edildiği görülmektedir.

765 sayılı TCK’nın 104. maddesi incelendiğinde “maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair karar”ın, adeta bir iddianame gibi, dava zaman aşımını kesen sebepler arasında sayıldığı görülecektir. Bu maddenin karşılığı olan ve dava zaman aşımını kesen sebeplerin yer aldığı 5237 sayılı TCK’nın 67/2. maddesinin c bendinde “suçla ilgili iddianame düzenlenmesi” neticesinde dava zaman aşımının kesileceği belirtilmiştir.

Dava zaman aşımını kesen sebeplerin yer aldığı 5237 sayılı TCK’nın 67. maddesi incelendiğinde son soruşturmanın açılmasına dair kararların dava zaman aşımını keseceği hususunda her hangi bir belirlemenin yer almadığı görülecektir. Dolayısıyla İddianame’nin olmadığı, başka bir ifade ile son soruşturmanın açılmasına dair karar ile yürütülen yargılamalarda, bu kararların dava zaman aşımını kesmeyeceği unutulmamalıdır.

Tüm bu hükümlere rağmen 5271 sayılı CMK’nın 191. maddesinin 3. fıkrasının a bendinde sanığın açık kimliğinin saptanacağı, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınacağı belirtildikten sonra b bendinde ; “…İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur…” hükmü yer almaktadır.

5271 sayılı CMK ve 5237 sayılı TCK’nın tamamı incelendiğinde yalnızca bu hükmün yer alması, dava zamanaşımını kesen sebepler arasında son soruşturmanın açılmasına dair kararın yer almaması bir çelişki olarak ortaya çıkmıştır.

Ancak, Yargıtay 8. Ceza Dairesi, “…savcı tarafından tanzim edilen müsadereye ilişkin talep yazısının, bir şüpheli hakkında düzenlenmiş iddianame niteliğinde olmadığı belirtilmiş ve buna ilişkin iddianamenin iadesi kararının yerinde olmadığı ortaya koymuştur.

Öztürk – Erdem ise, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK ile tüm özel soruşturma usullerinin kaldırıldığını, il – ilçe idare kurulları ve Danıştay 2. Dairesi tarafından verilen Lüzumu Muhakeme Kararlarının, artık mahkemeler yerine cumhuriyet savcılıklarına gönderilmeleri gerekeceğini, cumhuriyet savcılarının bu belgelere göre iddianame düzenleyerek dava açabileceklerini ileri sürmüştür.

Öztürk – Erdem tarafından ortaya konan bu duruma rağmen uygulamada halen iddianame yerine geçen belgelerle davaların açıldığı ve yargılama yapıldığı görülmektedir. Zira, mevzuatımızda iddianame olmadan dava açılamaması gerektiği ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.

Aynı görüşte olan Kunter – Yenisey, idare tarafından verilen izin üzerine hazırlık soruşturmasının cumhuriyet savcısı tarafından yapılmasını ve davanın iddianame ile açılmasını öngörmektedir.

Belirtmek gerekir ki, CMK’nın belirtilen hükümleri uyarınca görülmekte olan bir davada İddianame’nin bulunması bir zorunluluktur. İddianame yerine geçen bu belgelerle davaların açılması, cumhuriyet savcılarının görevinin idari kurullara devredilmesi anlamına gelecektir. Anayasamızda yer alan Kanunlar Önünde Eşitlik ilkesinin temini açısından açılan bütün davalarda iddianamenin bulunması bir zorunluluktur.

Son soruşturmanın açılmasına karar verecek olan idari kurul soruşturma aşamasında verilecek olan tedbirlerden arama, el koyma, tutuklama, gözaltına alma gibi kararlar veremeyecek, toplanması gereken delilleri toplayamadan hatta bazı delillerin karartılmasına izin vererek soruşturmayı bitirecektir.

Yine idari kurul TCK’da ve CMK’da yer alan ve sanık lehine olan hükümleri uygulayamayacak, bu yönden de şüpheli aleyhine durumlar oluşacaktır. Son soruşturmanın açılmasına dair kararı veren idari kurul, bir savcılık makamı gibi hareket ederek işlendiği iddia edilen fiille ilgili yeterli şüphenin olup olmadığını takdir edecektir. Bu durum adeta savcılık makamının yetki ve görevlerinin yetkisiz bir kurula devredildiği anlamına gelmektedir.

Anayasa’mızın 10. maddesinde Kanunlar Önünde Eşitlik başlığı ile ; “…Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…” hükmü yer almaktadır. Memurlar dışındaki diğer tüm şüpheliler hakkında soruşturma aşaması savcılık makamı tarafından yürütülüp tamamlanırken, memurlar hakkında savcılık makamının üzerinde olmayan idari bir kurul tarafından soruşturmanın yürütülmesi, Anayasa’mızın temelini oluşturan bu ilkeye açıkça aykırılık teşkil etmektedir

IV) Sonuç:

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK’daki en önemli yeniliklerden olan 174.maddedeki iddianamenin iadesi müessesi, uygulamada hâkimler ve savcılar arasında zaman zaman çekişmeye yol açtığı ileri sürülse de, uygulandığı takdirde, kendisinden beklenen amacı sağlayacaktır. Bazı mahkemelerin hiç iade kararı vermediği, bazı mahkemelerin çok nadir iade kararı verdiği görülmektedir.

İddianamenin iadesi müessesesi ile yeterli delile dayanmadan açılan kamu davaları nedeniyle iş yükünün azaltılması, davaların mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi amaçlanmaktadır. Bu müessese, cumhuriyet savcılarının mahkemeler tarafından denetlemesi anlamına gelmemektedir. Bilhassa mahkeme, savcının değerlendirmesine tabi hususlar ile cumhuriyet savcılarına ait olan takdir hakkına istinaden iade kararları vermemelidir.

*Av. Mustafa Tırtır’ın izniyle yayımlanan bu makale İstanbul Barosu’nun 125.yılı münasebeti ile çıkan 2003 yılı ilk sayısında yayımlanmıştır.

(3) Bkz. Dönmezer, Sulhi – Erman Sahir , Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 12. Bası, İstanbul 1999, sh.662;664;722-727.
(4) 7.CD. 26.10.1995 T., 1995/7592 E., 1995/8346 K. – 7.CD. 24.03.1994 T., 1994/2230 E., 1995/2882 K. –Y.CGK 1.2.2000T.,2000/8-5 E. 2000/10 K. – 7.C.D. 5.10.2001 T, 2001/13421 E., 2001/14909 K. – (Bkz. Aygen, Dilaver, Açıklamalı İçtihatlı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, sh.64-66, Ankara,2002)
(5) Diğer ilkeler ; Tehlikelilik İlkesi, Kanunilik İlkesi, Failin tehlikeli, fiilin tipe uygun ve hukuka aykırı olması.
(6) Ayrıntılı bilgi için Bkz. Nuhoğlu, Ayşe, Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri, Doktora Tezi, Ankara, 1997.