İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi

İstanbul Ticaret Üniversitesi, İstanbul Ticaret Odası Eğitim ve Sosyal Hizmetler Vakfı tarafından kurulan bir vakıf üniversitesi. Eğitim ve öğretime 2001-2002 döneminde başlayan İstanbul Ticaret Üniversitesi; beş fakültesi, İngilizce Hazırlık Bölümü, Meslek Yüksek Okulu, üç enstitü ve üç merkezden oluşmakta. Üniversitede Fen Edebiyat, Ticari Bilimler, İletişim, Mühendislik ve Tasarım Fakülteleri arasında Hukuk Fakültesi de yer alıyor. İstanbul’un tarihi yarımadası olan Eminönü’nde tarih, kültür, sanat, ticaret, ekonomi ve turizmin en canlı, en hareketli yerinde bulunan Hukuk Fakültesi bu yönden çok şanslı konumda.

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan ile İdeal Hukuk Dergisi’nin 6. sayısı için bir araya geldik. Kendisinden, İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve hukuk eğitimi ile ilgili genel görüşlerini aldık.

İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşundan bugüne gelişimini anlatabilir misiniz?

Hukuk Fakültemiz, Üniversitemizin 2001 yılındaki kuruluşundan itibaren var olan akademik birimlerindendir. O zamandan bu yana fakültemizin vakıf üniversitelerinin hukuk fakülteleri arasında oldukça iyi bir yeri var. Özellikle de öğretim kadrosu bakımından. Biz derslerimizin çoğunu kadromuzdaki hocalarımıza verdirme şansına sahip bir fakülteyiz. Bu kadro da giderek genişliyor. Şu an itibariyle dışarıdan bazı dersler için hocalar getirtmekle beraber ihtiyacımızı büyük oranda kendi kadromuzdaki öğretim görevlileri ile görebiliyoruz. Öğrenci talebi de çok iyi. Lisansüstü düzeyindeki programlar bakımından talep günden güne artıyor. Bu programlarımızı da çeşitlendirdik. Meselâ bizde, Kamu Hukuku ve Özel Hukuk yanında, Uluslararası Ticaret ve Avrupa Birliği Hukuku alanında da hem yüksek lisans hem de doktora programları bulunuyor.

Fakültedeki eğitimin mevcut başarı ve kalite durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üniversitemizin kuruluşunun 10. yılına giriyoruz. Bu itibarla şimdiye kadar epeyce mezun verdik. Mezunlarımızın dışarıda, piyasada, kamu ve özel kesimde ne ölçüde iş bulabildikleri, hangi kurumlardan kendilerine yönelik ne gibi talepler geldiği konusunda araştırma yapmaya ihtiyacımız var. Genel izlenimlerimiz bizim mezunların iyi bir seviyede oldukları yönünde. Henüz uluslararası düzeyde başarılı olduğumuz söylenemez ama ülke çapında öğrencilerimize yönelik talepler giderek artmakta. Lisans öğreniminin yanı sıra lisansüstü öğrenime yönelik programlarımız da var. Lisansüstü programları, lisans programlarını tamamlayan, nerdeyse olmazsa olmaz üniversite sonrası eğitim birimleri. Bu gerçek hukukta da ön plana çıkıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle bütünleşme süreci, çevresi ve dünya ile entegre olma çabaları, hukuk mezunlarının bu yeni gelişmeye ayak uydurmasını gerektiriyor. Bizim bu konuda yakın vadede yeni adımlar atmamız söz konusu olacak.

Öğrenci ve akademisyen sayınızın oranını öğrenebilir miyiz?

Kadromuzda 15 öğretim üyesi, 10 araştırma görevlisi yer alıyor. Hukuk Fakültesi’nde okuyan 480 öğrencimiz var. Bu rakamlar diğer vakıf üniversiteleri ile kıyaslandığında öğretim elemanı başına öğrenci sayısı bakımından iyi bir oran teşkil ediyor.

Avrupa’daki hukuk fakültelerine göre kendinizi ne durumda görüyorsunuz?

Şu anki durumumuz açısından Avrupa’daki fakültelerle rekabet edecek konumda olduğumuzu söylemek zor. Ama bu elbette hedeflerimiz arasında. Rekabet etmek için ortak dilden konuşuyor olabilmek gerekiyor. Bunun temel nedeni eğitim öğretim dilinin Türkçe olması. Eğitim dilinin Avrupa’da konuşulan dillerden biri, açıkçası İngilizce, olmaması, dezavantaj teşkil ediyor. Ama bu eğitim kalitesinin düşük olması anlamına gelmiyor elbette. Yine de Avrupa’daki benzerlerimizle rekabet edebilmek için sadece eğitimin kaliteli olması yetmiyor, ortak bir dilden de konuşabilmek gerekiyor. Aslında bu konuda sadece bizim Hukuk Fakültesi’nin değil Türkiye’deki hukuk fakültelerinin genel olarak iyi bir yerde olduğu söylenemez. Ama biz İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak daha kısa zamanda bu açığı kısmen de olsa gidermek durumundayız.

Hukuk eğitimi alacak öğrencinin seçimi nasıl olmalı? Şu anki modelle kıyaslarsak neler değişmeli, nasıl bir yöntem izlenmeli?

Bu konuda Türkiye’de merkezi bir sistem var. Puan türüne göre ayrılıyor ve hukuk fakülteleri de aynı sistemle öğrenci alıyor. Türkiye’de üniversitelerin, sanat dalları dışında, öğrencilerini kendilerinin seçmesi yönünde bir eğilim maalesef söz konusu değil. Şu an itibariyle, öğrencinin gelmesi bizim kontenjanımıza, öğrencinin aldığı puana ve ödemeye hazır olduğu öğrenim ücretine bağlı olarak gerçekleşiyor. Bizim öğrenim ücretimiz çok yüksek değil. Tabii bu, tercihte bir faktör olabilir.

Benim şahsi tercihim, bütün lise mezunlarının ortak olarak girecekleri genel bir yetenek testinden alınacak puanlar çerçevesinde üniversitelerin öğrencilerini kendilerinin seçmesi yönünde. Bu tabii belli alanlara yönelmek isteyen üniversitelerin kendilerine gelecek öğrencileri seçmeleri açısından da iyi bir yol olabilir. Meselâ, Avrupa Birliği ağırlıklı bir eğitim vermek istiyorsanız ona göre daha seçici olma şansınız olur. Ya da lisans öğrenimine ağırlık verecekseniz öğrenci seçiminizde pratisyenliğe dönük arayış içinde olan, mesela avukatlık, hakimlik yapmak isteyenler için bir tercih yaparsınız. Eğer lisansüstü öğrenim yapmak istiyorsanız öğrenciyi ona göre seçmelisiniz.
Üniversitenin veya fakültenin kendi öğrencisini belli bir asgari yetenek testinden geçmiş ve bir değerlendirme eşiğine olan öğrenciler arasından ilgisine, ihtiyaçlarına, eğilimine göre seçeceği bir sistem daha iyi olabilir. Ama Türkiye’de yakın vadede böyle bir sisteme geçilecek gibi görülmüyor.

Türkiye’nin belki en büyük sorunlarından biri Vakıf üniversitelerinin aslında devlet üniversitelerinin birer kopyası durumunda olmalarıdır. Vakıf üniversitesi olarak akademik bakımdan devlet üniversiteleriyle aynı yükseköğretim mevzuatına bağlı durumdayız. Akademik bakımdan diğer üniversitelerle aynı merkezi sistemin içerisinde yer alıyoruz. Üniversitelerin çok fazla özerkliği olduğu söylenemez. Çünkü anayasa, hepsini devlet üniversiteleriymiş gibi tasarlamış. Oysa, Türkiye’nin sahiden alternatif eğitim yapabilecek, devlet sistemi içinde yer almayan, kendi programını, kendi öğretim kadrosunu tamamen kendi iradesiyle belirleyebilen ve gereksiz resmi kayıtlarla bağlı olmayan, kendisini kendi ihtiyacına göre kendisini örgütleyebilecek, yeni alanlara yönelebilecek ve bütün bunları hızlıca yapabilecek bir sisteme ihtiyacı var.

Eskiden, “YÖK Sistemi”nin devlet üniversiteleri için çok merkeziyetçi bir sistem olduğundan şikâyet edilirdi. Şimdi görüyorum ki, aynı durum vakıf üniversiteleri için de geçerli. Oysa gerçekten rekabetçi, yarışmacı bir üniversite sisteminin oluşması için devletçi-merkeziyetçi vesayetin kalkması gerekiyor. Fakültede bir ders koymak için bile YÖK’e bildirmek ve YÖK’ten izin almak zorundayız, asıl sorun bu. Öğrencileri seçme konusunda da üniversitelere daha fazla inisiyatif tanınması gerekiyor.

Ülkemizde kısa sürede çok sayıda yeni hukuk fakültesi açıldı. Bu yeni fakülteler nasıl bir rota izlemeli?

YÖK’ün yeni fakültelerle ilgili bir şablonu var. Belli alanlarda kendi kadronuzda belli sayıda hoca bulundurmanız gerekiyor. Bizim fakültemizin fazlasıyla aştığı standartlar bunlar ama yeni kurulanların pek çoğu bu asgari standartların civarında seyrediyor ve bir defa kurulduktan sonra da zamanla öğretim kadrosunu genişletmek konusunda çok fazla istekli davranmadıklarını gözlüyorum. Hukuk fakültelerinin gerçekten üniversiter birimler olabilmeleri ve ona uygun eğitim verebilmeleri her şeyden önce bu öğretim kadrosu işini ciddiye almaları gerekiyor. Bunun bir yolu da öğretim elemanı yetiştirmek için yurt dışına öğrenci göndermektir. Bu konuda. Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK finansman sağlıyor ama vakıf üniversitelerinin bu meselede kendi üzerilerine düşen bir görev yokmuş gibi davranmaları şaşırtıcı. Bu üniversitelere bağlı hukuk fakülteleri de lisansüstü eğitim yapmak üzere yurt dışına öğrenci gönderme yolunu düşünmelerinde yarar var.

Başka bir nokta da şu: Üniversite hayatı öğretimden ibaret değildir, öğrenciler için yeterli sosyal mekânlar da olması gerekiyor. Yeterli ve elverişli fiziki mekânlar yanında, sosyal etkinlik için de yeterli ve uygun ortamlara ihtiyaç vardır. Bu bakımdan bağımsız ve bütünleşik bir kampüsün varlığı son derece önemli. Liseden bozma eski bir binanın kiralanması ve orada çok da uygun olmayan şartlarda hem eğitim-öğretimin hem de sosyal etkinliklerin yapılması oraya ciddi bir üniversite havası vermeye yetmiyor. Öğrencilerin derslere ve sınavlara girip çıkmanın ötesinde, üniversite hayatından haz alabilecekleri, yarın bir gün “üniversite yıllarımız” diye sitayişle anabilecekleri bir atmosferde yaşamaya ihtiyaçları var. Yeni üniversite ve fakülteler bu meseleyi daha fazla ciddiye almalıdırlar. Bizim üniversitemiz de öyle tabii.

istanbul ticaret üniversitesi 2

Üniversite öğrencisinin gelişiminde kulüplerin çok önemli faktörü yer alıyor. Fakültenizde, “Hukuk Gelişim Kulübü” ve “Hukuk Kulübü Münazara Topluluğu” kulüpleri var. Çalışmalarından bahseder misiniz?

Üniversitemiz öğrencilerinin kurdukları çok sayıda kulüp var. Bunlar içerisinde hukuk fakültesi öğrencilerinin kulüplerin de belli bir yeri var ve bunlar. Fakültemizin ilgisi ve katkıları çerçevesinde ulusal düzeyde çeşitli etkinlikler düzenliyorlar. Öğrencilerimiz temsili duruşmalara, yarışmalara katılıyorlar ki bunlar sosyal faaliyetle eğitim faaliyetini birleştiren tecrübeler. Öğrenci konseyi seçimleri yapılıyor; öğrenciler kendi temsilcisini seçiyorlar ve onlar fakülte ve üniversite nezdinde öğrenciler adına çeşitli girişimlerde bulunuyorlar.

Bizim merkez binada Rektörlüğün idari birimleri, ofisleri dışında bir tek hukuk fakültesi var. Fakültemizin de kampus üniversitesi olmamamızdan kaynaklanan bazı sorunları var. Öğrencilerin ders dışı zamanlarını değerlendirebilecekleri sosyal mekânlar yönünden asgari ölçülerdeyiz. Bundan dolayı, şimdilik, esas itibariyle öğretim kadromuzun nitelik ve niceliği ile öne çıkıyoruz. Öğretim kadromuzda alanlarında Türkiye çapında seçkin bilim insanları bulunuyor. İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku’nun duayeni Prof. Dr. Nuri Çelik, yine Ceza Hukuku alanının kıdemli ve seçkin hocalarından Prof. Dr. Kayıhan İçel bizim kadromuzda. Anayasa Hukuku’nda Prof. Dr. Zafer Gören ve bendeniz, Medeni Hukuk’ta son borçlar tasarısını hazırlayan Komisyonun başkanlığını yapan Prof. Dr. Nevzat Koç hakeza. Aynı zamanda, doktorasını yurt dışında tamamlamış daha genç öğretim üyesi arkadaşlarımız var.

Demek istediğim, öğretim kadromuzun kalitesiyle sözünü ettiğim eksiklerimizi kapatmaya çalışıyoruz ama bu her şey demek değil. Fakülte olarak fiziki mekânların rahat, ferah olmasına, uygun sosyal atmosferlerin geliştirilmesine ve öğrencinin üniversite okumayı zevk olarak algılamasına imkân verecek yeni atılımlara ihtiyacımız var.

Mezuniyet sonrası için nasıl planlarınız var? Öğrencilerinizi nasıl yönlendiriyorsunuz?

Gerek diğer üniversitelerden gelen gerekse kendi eski öğrencilerimizin bir kısmı lisansüstü düzeyde eğitim için tekrar bizim fakültemizi seçiyor. Çoğu İstanbul’da serbest avukat olarak çalışan, ulusal ve uluslararası firmalarda görev alan veya kamuda çalışan eski öğrencilerimiz bunlar. Dolayısıyla onlarla bir biçimde temas imkânımız oluyor. Ama bunu daha da geliştirmek ve bu iletişimi etkin ve kalıcı bir şekilde örgütlemek zorundayız.

istanbul ticaret üniversitesi 3

Hukuk öğrencilerine tavsiyeleriniz neler?

Üniversite öğretiminin orta öğretiminin devamı olarak görülmesi yanlıştır. Zaman olarak baktığınızda orta öğretimden sonra üniversiteye gidiyorsunuz ama verilen eğitimin niteliği bakımından önemli bir değişiklik söz konusu. Artık öğrenci doğrudan doğruya hazır bilgiyi ezberleyecek ve onları istendiğinde nakledecek konumda olmanın ötesinde; bilgiyi öğrenmenin, bir konuyu araştırmanın yöntemini öğrenecek, daha ziyade sorguya dayalı, kendi kendine bir konu hakkında doğru görüşü bulma arayışına dayalı eğitim öğretim verilmesi gerekiyor. Hukuk fakülteleri aslında bunun için çok uygun. Yerleşik kanaatlerin aksine hukuk ezbercilik değildir; ezberci bir kişi otomat olurdu ama hukuk otomat olmayı istemiyor. Hukukta muhakeme edebilmeyi, belli anahtarları kullanabilmeyi, kavramları ilişkilendirebilmeyi ve kendi kendine bir olayı çözümleyebilmeyi gerektiren zihni donanım kazanmak esastır. Biz bunu sağlayabilirsek iyi bir iş yapmış oluruz, hukuk eğitiminde yapılması gereken asıl iş budur.

Üniversite belli bir görüşün dogmatik olarak öğrencilere belletildiği bir yer değil, burada orta dereceli okullarda devletin belli olaylara mesela; tarihe, dış politikaya, güncel olaylara bakışla ilgili standartları var. Öğrenciye bunu verir ve hepsi aynı şeyi alır. Ama üniversitede öğrenci farklı perspektiflerle karşılaşır. Hocalar açısından, okuduğu kitaplar, materyaller açısından, dünyayı kendi başına izleme açısından… Üniversiteye kendisine hazır bir dünya görüşünün verileceği ortam beklentisi ile gelmemesi lazım öğrencinin. Buraya geldiğinde kendi dünya görüşünü, kendi perspektifini, bütün farklı seçenekleri gözeterek oluşturabilmeye dönük bir eğitim alma beklentisi içinde olması lazım. Bu ideal bir şeydir ve henüz hiçbir üniversitenin tam olarak böyle bir eğitim verdiği söylenemez. Çünkü bazı dersler ortaokul ve lisede gördüğü derslerin devamı gibidir. O dersler belli resmi doğruların öğrenciler tarafından ezberlenmesi, bellenmesi veya içselleştirmesi esasına dayanmaktadır halen. Türkiye’de üniversite hala önemli ölçüde orta öğrenimin devamı gibidir. Ama üniversitenin öyle olmaması, gerçekten üniversal bir ortam olması lazım. Bilginin evrensel ölçülerde, evrensel bir perspektifle arandığı mekânlar olması lazım. Var olanla yetinilmeyen, var olanın sorgulandığı, yeni ufuklara açılmaya imkân veren bir ortam olması lazım.

Hukuk fakülteleri bu bakımdan biraz talihsiz olmuş Türkiye’de. Bunun temel nedeni, Türkiye’de 20. Yy.ın ilk çeyreğinde gerçekleşen rejim değişikliğinin yarattığı gelenekten kopuştur. Hukukta ve başka alanlardaki kopuş, yeni kuşağın, yeni rejimin temel tercihleri doğrultusunda eğitilmesi, onlara bu yönde formasyon kazandırılması amacını öne çıkarttı. Tabii böyle olması için hukuk eğitimi aracı oldu. Hukuk eğitimi devletin yapmak istediği sosyal değişimin aracı olarak kullanılmak istendi. Aynen ilk ve orta eğitimde yapıldığı gibi… Öğrencilerin, rejimin uygun gördüğü belli değerler, idealler doğrultusunda şekillendirilmesi, hukuk fakültelerinde rejimin uygun gördüğü hukuki mevzuat doğrultusunda insanların eğitim almasını sağlamaktı amaç. Bundan da halen kurtulmuş değiliz.

Resmi önceliklerin hukuk eğitiminde etkili bir yeri olması, hukukun evrensel boyutlarda gelişmesini engelleyen unsurlardan birisidir. Ama artık Türkiye’nin bundan çıkması lazım, aradan neredeyse yüzyıl geçti. Kendisine güvenerek, herhangi bir komplekse kapılmaksızın dünya ve uluslararası camia ile buluşma ve kendi geçmişiyle barışma konusunda kendisini rahat hissetmesi lazım Türkiye’nin. “Böyle yaparsak çocuklarımız yeterince vatansever olmayabilirler, başka yanlış yollara sapabilirler” kaygısını artık terk etmek gerekiyor. Bu kaygı aslında 1982 Anayasası’nı yaratan temel düşünceler arasında yer alıyor. Sadece gençlerin değil toplumun tamamının devletin kontrolü altına alınması gerektiği düşüncesi bundan kaynaklanıyor. Hukuk eğitiminin bundan uzaklaşması lazım. Hukukun amacının evrensel bir değer olan adaleti gerçekleştirmek olduğunu düşünmeliyiz. Hukukun ulusal veya ulusalcı bir perspektife oturması mümkün değil. Hukuk tabii ki ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek ama bu ihtiyaçları karşılama tarzı da evrensel anlayışa uygun olmalı. Aksi halde, yerel ihtiyaçlar bahanesiyle gözümüzü dünyaya kapatırsak, bir tür kabile toplumu olarak, ölçeğini büyütmüş ama zihniyet dünyasını fazla değiştirmemiş kapalı bir toplum içerisinde bulabiliriz kendimizi.

Bizim fakültemizde bu yönde bir değişim yapmaya çalışıyoruz. Amacımız, gözü dünyanın ufkuna açık, içe dönük olmayan, ülkesinin ihtiyaçlarına kayıtsız veya ilgisiz değil ama aynı zamanda dünyayı bilen, izleyen, takip eden bir öğrenci formasyonu oluşturmak.

Hukuk tercihi yapacak bir öğrenci niye İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni seçmeli?

Bir defa mekân olarak çok güzel bir yerdeyiz. Fiziksel, sosyal yönden bazı kısıtlılıklarına rağmen, coğrafi konum itibariyle tarihi yarımadada güzel bir yerde bulunuyoruz. İstanbul, Türkiye’nin kültür, ticaret, sanat, iş dünyası ve eğitim merkezi. Nüfusu 15 milyon civarında olan bir metropolden bahsediyoruz. Bu tarihi yarımadada okumak, İstanbul’da okumak, İstanbul’da hayata hazırlanmak, hukuk tahsil etmek isteyen öğrencinin tercih etmesi gereken bir durum olarak görünüyor. Öğretim kadromuza güvenmemizin yanında bu da önemli bir faktör olarak öne çıkarıyor. Akademik kadromuz, hem nitelik hem de nicelik bakımından vakıf üniversiteleri arasında önemli bir sırada yer almaktadır. Öğrenim ücretimiz de olarak astronomik değildir. Hukuk öğrencisi burada okumakla, hayatla, iş dünyasıyla, gelecekte hangi alanda yürümek istiyorsa hepsinin merkezi olan İstanbul’da olacaktır.

Hukuk Fakültesi olarak belirlediğiniz hedefler var mı?

Bizim sadece Türkiye’deki hukuk fakülteleri arasında değil, Avrupa içinde de zamanla adı bilinen, itibarlı, rağbet gören bir fakülte olarak ortaya çıkmamız gerekiyor. Öğretim kadromuzu sadece yerli hocalarla değil, yabancı akademisyenlerle de takviye edebiliriz. Müfredatımıza yabancı dilde bir bölüm ekleme hedefimiz var. Üniversitemizin fiziki ve sosyal imkânlarla ilgili kısıtlılıklarının aşılması hedeflerimiz arasında yer alıyor. Üniversiteye girişte vakıf üniversiteleri arasında iyi bir yerdeyiz. Yakın dönemde daha da ileriye götüreceğiz.

mustafa erdoğan

Prof. Dr. Mustafa Erdoğan: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre İdari Yargı’da çalıştı. Doktora öğrenimini Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Kamu Hukuku alanında 1988 yılında tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde çalışıyorken 1991 yılı başında Hacettepe Üniversitesi’ne geçti; burada önce doçent ve 1997 yılından itibaren de profesör olarak görev yaptı. Eylül 2010’dan beri İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanıdır.

Mustafa Erdoğan 1992 yılında Prof. Atilla Yayla ve Av. Kâzım Berzeg’le birlikte Liberal Düşünce Topluluğu’nu kurdu. 1997-1998, 2003 ve 2007-2008 yıllarında Amerika’da muhtelif üniversiteler ve araştırma kurumlarında araştırmalar yürüttü.

Prof. Erdoğan’ın başlıca eserleri arasında “Anayasal Demokrasi”, “Aydınlanma, Modernlik ve Liberalizm”, “İnsan Hakları: Teorisi ve Hukuku”, Anayasa ve Özgürlük”, “Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset” sayılabilir. Erdoğan’ın akademik kimliği yanında, yaklaşık yirmi yıldır yazı ve konuşmalarıyla gazeteler ve televizyonlarda sık sık görünen kamusal bir kişiliği de var. Erdoğan evli ve 2 çocuk babasıdır.

Bu içerik daha önce İdeal Hukuk dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.