Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda Ayıba Karşı Tekeffül Sistemi*

Prof. Dr. Turgut Öz / Galatasaray Üniversitesi Medeni Hukuk Anabilimdalı

1) Düzenlenmesi ve kapsamı:

Türk Hukukunda 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uygulamasında en çok yer tutan ve en sık rastlanılan uyuşmazlıklar, tüketicinin ayıplı mal ve hizmetlerden kaynaklanan şikayetleridir. Esasen, tüketici hukukunun tarihsel gelişiminde de tüketicinin ayıplı ifaya karşı korunması birinci derecede rol oynamıştır.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da ayıba karşı tekeffül hükümleri oldukça ayrıntılı sayılabilecek iki maddede düzenlenmiştir. Bunlar 4 ve 4A maddeleridir. Kanunun 4. Maddesinde “ayıplı maldan dolayı” sorumluluk hükümleri, 4/A maddesinde ise “ayıplı hizmetten dolayı” sorumluluk hükümleri yer almaktadır. Her iki maddede ayıbın tanımı, talep edilebilecek tazminatın çerçevesi ve zamanaşımı bakımından hükümler aynıdır. Sadece seçimlik haklar ve seçim yetkisi bakımından bazı farklar vardır.

Borçlar Kanunumuzda ise ayıba karşı tekeffül hükümleri, bu kanunun sözleşme türlerini düzenleyen bölümünde , satım (194-207,215), eser (BK m.359-363) ve kira (m.249-251) sözleşmeleri bakımından düzenlenmiştir. Bu hükümler TKHK hükümlerine göre genel hüküm niteliğinde sayılarak, TKHK’ndaki boşlukları doldurmak amacıyla ve işin niteliğine uyduğu ölçüde tüketici işlemlerine de uygulanabilir.

TKHK ise, ayıba karşı tekeffül hükümlerini Borçlar Kanunundaki gibi sözleşme türlerine göre düzenlememiştir. TKHK bu konudaki düzenlemeyi, ifa edilecek edimin bir mal verilmesi veya bir hizmet görülmesi olmasına göre yapmıştır. 4. Maddedeki “ayıplı mal teslimine” ilişkin hükümler, bir malın teslim edildiği her türde tüketici sözleşmesine uygulanacaktır. Böylece, gerek satım sözleşmeleri uyarınca satılıp teslim edilen gerekse eser sözleşmeleri uyarınca imal edilip teslim edilen mallardaki ayıplar hakkında 4.madde hükümlerine başvurulabilecektir. Öte yandan, 4/A maddesindeki “ayıplı hizmet verilmesine” ilişkin hükümler de gene her tür işgörme edimine uygulanacaktır. Böylece hem ivazlı vekalet sözleşmelerinde hem de mal teslimini amaçlamayan eser sözleşmelerinde, şayet tüketici işlemi niteliğinde iseler, bu madde hükümleri uygulanacaktır. Bu sebeple, eser sözleşmeleri, konularına göre bazen 4. maddedeki bazen de 4/A maddesindeki hükümlere tabi olacaklardır. Örneğin, sipariş üzerine imal edilen mobilyanın veya dikilen elbisenin ayıplı olması, ayıplı mala ilişkin 4. Madde hükümlerine tabi olacak; bir evin boyanması veya elektrik tesisatı döşenmesi, ayıplı hizmete ilişkin 4/A maddesine tabi olacaktır. İşgörme edimi içeren hizmet(iş) sözleşmeleri ise, Türk Hukukunda esasen TKHK’na tabi sayılmamalıdır. Bir kere, işverenin tüketici sayılması için ticarî veya meslekî amaç gütmeksizin işçi çalıştırması gerekir. Buna ise ancak ev hizmetleri veya özel araç şoförlüğü gibi istisnaî durumlarda rastlanabilir. Bu durumlarda da, iş hukukunun işçiyi koruma prensibi tüketici hukukunun tüketiciyi koruma prensibinden önce geldiğinden, işçiye karşı işverenin TKHK hükümlerine başvurması uygun görülmemelidir.

2) Ayıplı ifa sayılacak haller:

TKHK m.4 ve 4/A hükümlerinin her ikisinin de birinci fıkralarında, ayıp oluşturacak durumlar sayılmıştır. Bunlar arasında bir fark yoktur. Bu hükümlerde ayrıntılı bir şekilde yapılan ayıp tarifinin, büyük ölçüde Borçlar Kanununun ayıp tanımına ve ayıp kavramının kapsamına ilişkin hükümlerinin açılımından ibaret olduğu görünmektedir. Zira, TKHK m.4 ve 4/A hükümlerinde açıkça belirtilen, “satıcı veya sağlayıcı tarafından bildirilen veya standardına veya teknik kuralında tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, böylece tüketicinin ondan beklediği faydayı azaltan veya kaldıran eksikliklerin ayıp sayılacağı”, hususları, Borçlar Kanununun ayıba karşı tekeffül hükümleri uygulamasında da kabul edilmektedir. Gene, “ayıbın maddî, hukukî veya ekonomik nitelikte olabileceği” TKHK’da açıkça belirtilmişse de, Borçlar Kanunu uygulamasında da ayıbın bu üç türü kabul edilmektedir.

Buna karşılık, TKHK’nun ayıplı ifa saydığı bir durum vardır ki, Borçlar kanunu çerçevesinde ayıplı ifa sayılamayacaktır. Bu durum, sağlanan mal veya hizmetin “reklam ve ilanlarında yer alan niteliği taşımaması”dır. Borçlar Kanunu hükümlerine göre, satıcı veya sağlayıcı ancak objektif nitelik eksikliği veya bizzat kendisi tarafından vaad edilmiş nitelik eksikliği hallerinde ayıba karşı tekeffülden dolayı sorumlu tutulabilirken; TKHK uyarınca, mal veya hizmet sağlayıcısı kendisinin vaad etmediği ve objektif olarak mal veya hizmetin taşıması da gerekmeyen niteliklerden dolayı, şayet bunlar bir reklam veya ilanda belirtilmişlerse, sorumlu olacaktır. Böylece, örneğin, bir deterjanın bir dakikada mürekkep lekelerini çıkardığı hususunda üreticisi tarafından bir reklam veya ilan verilmişse; bu deterjanı satan herhangi bir dükkân sahibi, bu reklam veya ilanı vermemiş olmasına hatta bu reklam veya ilandan haberdar dahî olmamasına rağmen, deterjanın bir dakikada mürekkep lekesini çıkaramamasından alıcıya karşı TKHK uyarınca sorumlu olacaktır. Borçlar Kanunu çerçevesinde ise, satıcı ancak bu deterjanın normal, ortalama bir temizleme gücüne sahip olmamasından sorumlu olur.

BK m.190-193 maddeleri satımda “zabta karşı tekeffül” hükümlerini ayrıca düzenlemiş ise de, TKHK bu tür özel bir sorumluluk hükmü getirmemiştir. Kanımca bu durumda tüketici, Borçlar Kanununun zabta karşı tekeffül hükümlerine başvurmak yerine, dilerse bu durumu TKHK çerçevesinde bir tür “hukukî ayıp” sayarak, niteliğine uygun düştüğü ölçüde TKHK m.4 hükümlerine başvurabilmelidir. Zira bu hükümler tüketici için daha elverişli olacaktır. Nitekim, Borçlar Kanunu zabt hallerini ayrı bir kurum olarak düzenlemese idi bunların bir tür hukukî ayıp sayılması gerekeceği söylenebilir.

3) Seçimlik haklar:

TKHK m.4, ayıplı maldan dolayı tüketicinin dört seçimlik hakka sahip olacağını belirtmektedir: “Ayıp oranında bedel indirimi”, “ücretsiz onarım isteme”, “malın varsa ayıpsız misliyle değiştirilmesini isteme”, “sözleşmeden dönme”. Mevcut Borçlar Kanunumuzda ise, , satım ve eser sözleşmeleri bakımından sadece üçer seçimlik hak vardır. Borçlar Kanununa göre, satımda alıcının “bedel indirimi”, “satılan malın ayıpsız misli ile değiştirilmesini isteme” ve “sözleşmeden dönme” hakları varken, “onarım isteme” hakkı bulunmadığı gibi; eser sözleşmesinde de iş sahibinin “bedel indirimi”, “onarım isteme”, sözleşmeden dönme hakları varken, “ayıpsız misliyle değiştirme isteme” hakkı mevcut değildir. TKHK m.4 ise, hangi tür sözleşme söz konusu olursa olsun, ayıplı mal alanın seçimlik haklarını dörde çıkarmakta; tüketici sözleşmeleri bakımından satım sözleşmesi veya eser sözleşmesi arasında seçimlik hak farkını kaldırmaktadır. Belirtelim ki, 1.7.2012 Tarihinde yürürlüğe girecek olan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun m.227/b.3 hükmü ile satım sözleşmesi için de ayıplı ifa hâlinde alıcıya onarım isteme hakkı tanınarak, seçimlik haklar dörde çıkarılmaktadır. Böylece, 6098 Sayılı TBK’nun yürürlüğe girmesi ile, TKHK ve TBK hükümleri arasında ayıba karşı tekeffülden doğan hakların sayısı satım sözleşmesinde eşitlenecek, sadece eser sözleşmesi için farklılık olacaktır.

Borçlar Kanununda satım ve eser sözleşmelerindeki seçimlik haklara her zaman serbestçe başvurulamayıp, ayıbın niteliğine ve ağırlığına göre bazı seçeneklere başvurulamazken (Satımda: BK m.202/f.2-3; m.203/f.3; m.204/f.2; Eserde: BK m.360/f.1-2-3); TKHK ayıplı mal alan tüketiciye sınırsız ve kayıtsız olarak dilediği seçeneğe başvurma imkânı vermiştir.

İşgörme edimlerini düzenleyen TKHK n. 4/A ise, ayıplı hizmet alan tüketicinin seçimlik haklarını , “bedel indirimi”, “hizmetin yeniden görülmesini isteme” ve “sözleşmeden dönme” olarak üçe indirmektedir. Gene bu tür ayıplarda, tüketicinin seçim imkânı sınırsız olmayıp; “sözleşmenin sona erdirilmesi durumun gereği olarak haklı görülemiyorsa”, sözleşmeden dönülemeyeceği belirtilmiştir. Madde bu durumda “bedelden indirimle yetinilmesini” düzenlenmişse de, durumun gereği haklı gösteriyorsa “hizmetin tekrar görülmesini” isteme imkânı da olmalıdır. Örneğin, hatalı döşenmiş tesisatın basit bir müdahale ile düzeltilmesi mümkünse, sözleşmeden dönemeyen tüketici bedel indirimine mecbur bırakılmayıp bu düzeltmenin yapılmasını isteyebilmelidir.

Tüketicinin bu seçimlik hakları kullanması satıcı veya sağlayıcının ayıplı ifada kusurlu olmasına bağlı değildir. Satıcı veya sağlayıcı ayıplı ifada kusursuz olduğunu ispat etse bile, bu seçimlik haklar ona karşı kullanılabilir. Aynı kusursuz sorumluluk Borçlar Kanunumdaki seçimlik haklar bakımından da söz konusudur.

4) Müteselsil sorumluluk:

TKHK m.4/f.2, Tüketicinin ayıba karşı tekeffülden doğan haklarını, satıcı, üretici(imalatçı), bayi, acenta, ithalatçı ve özellikle bu mal için kredi veren kredi kuruluşuna karşı, müteselsilen ileri sürebileceğini düzenlemiştir. TKHK m.4/A ayıplı hizmetler bakımından, üretici ve ithalatçı dışında, aynı müteselsil sorumluluk hükmünü tekrar etmektedir. Borçlar Kanunu hükümlerine göre ise, ayıba karşı tekeffül hükümleri sadece sözleşme tarafları arasında ileriye sürülebilir. Böylece, TKHK uyarınca, tüketici kendisi ile sözleşme ilişkisi içinde bulunmadığı bazı kişilere karşı da ayıplı ifadan kaynaklanan haklarını ileri sürebilecek, bu kişiler taraf olmadıkları bir sözleşmenin ihlalinden dolayı sorumlu tutulabileceklerdir.

Onarım, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesini isteme ve ayıplı hizmetin yeniden görülmesini isteme gibi hakların müteselsil sorumluların tümüne karşı kullanılması sorun yaratmaz. Ancak, sözleşmeden dönme ve bedel indirimi hakları bakımından aynı şey sözkonusu değildir. Henüz bedel ödenmemişse tüketici bedel indirimi hakkını satıcıya-sağlayıcıya karşı kullanacaktır. Zira bedeli ödeme borcu sadece ona karşıdır. Diğer sorumlulara karşı bu hakkın kullanılması anlamsızdır. Fakat bedel önceden ödenmişse, bedel indirimi hakkının kullanılması üzerine iade edilmesi gereken ödenmiş kısmın, satıcı veya sağlayıcıdan değil de, diğer müteselsil borçlulardan istenmesi kabul edilebilir. Gene, sözleşmeden dönme hakkı da sadece satıcıya-sağlayıcıya karşı kullanılabilir, zira diğer sorumlularla tüketici arasında sona erdirilecek bir sözleşme yoktur. Fakat sözleşmeden dönmeden önce tüketici satıcıya veya sağlayıcıya ödeme yapmışsa, bunun iadesini diğer sorumlulardan istemesi mümkün görülebilir.

Müteselsil sorumluların tümü tüketiciye karşı kusursuz sorumludur. Tüketiciye ödeme yapmak zorunda kalan, iç ilişkideki hukukî sebebe göre diğerlerine rücu edebilir veya edemeyebilir. Örneğin, üreticiden aldığı ayıplı malı sattığı için tüketicinin kullandığı hak sebebiyle zarara uğrayan satıcı, bu zararını Borçlar Kanunu hükümlerine göre kendisine karşı ayıptan dolayı sorumlu olan üreticiden isteyebilecektir. Buna karşılık, aynı durumda, tüketici satıcı yerine doğrudan üreticiden bedelin indirilen kısmının iadesini veya onarımda bulunmasını istemişse, bunu karşılamak zorunda kalan üretici, esasen ayıplı malı kendisi piyasaya çıkardığı için, satıcıya kısmen dahî rücu edemeyecek, herhangi bir şey isteyemeyecektir.

5) Tazminat talebi:

TKHK m.4/f.2 hükmünde 2003 Tarihli ve 4822 Sayılı Kanunla yapılan değişiklikle; üretici, satıcı veya sağlayıcıdan “ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde” tazminat isteme hakkına sahiptir. Böylece, tüketicinin bu hükümlere göre satıcı veya sağlayıcıdan tazminini talep edebileceği zararların, beden bütünlüğünün ihlalinden kaynaklanan zararlar, destekten yoksun kalma zararları ve tüketicinin diğer mallarının ayıplı maldan dolayı hasar görmesi veya telef olması zararları ile sınırlandığı anlaşılmaktadır. Ayıbın yol açtığı fakat bu belirtilenlerin dışında kalan zararlar, örneğin tüketicinin kazanç kayıpları ve başkalarına karşı borç altına girmesi şeklinde zararları, sadece Borçlar Kanunu hükümlerine göre talep edilebilecektir. Ancak belirtelim ki, Yargıtay, beden bütünlüğü ihlalinden kaynaklanan manevî zararın tazminini de TKHK’na tabi saymaktadır.

Ayıplı hizmetlere ilişkin m.4A/f.2, tüketicinin tazminat talebi bakımından 4.madde hükümlerine yollama yaparak, aynı düzenlemeyi benimsemiştir.

Tüketicinin kanunla sınırlanan zararlara ilişkin bu tazminat talebi, ancak yukarıda açıkladığımız ayıba karşı tekeffülden doğan seçimlik haklarından birini kullanması ile birlikte istenebilecektir (m.4/f.2). Tüketici hiçbir seçimlik hakkını kullanmadan sadece bu tazminatı talep edemez. Fakat bu tazminat talebini seçimlik hakkını kullanırken ileri sürmesi gerekmeyip, bir seçimlik hakkını kullanmak şartıyla, zamanaşımı süresi boyunca sonradan da başarıyla ileri sürebilir.

Kanunda bu belirtilen zararların tazmini talebi bakımından da satıcı ile birlikte üretici, bayi, acente ve ithalatçının müteselsilen sorumlu olacaklarına dair açık bir ifade yoktur. Tersine, m.4/f.2’de bu zararlar için “..imalatçı-üreticiden tazminat isteme..” ifadesi geçmektedir. m.4/f.3 Sondan ikinci cümlede “Ayıplı malın neden olduğu zararlardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde..” ifadesinin yer alması ise, durumu aydınlatmaktan uzaktır. Bir görüş, burada da satıcı dahil tüm aşamalarda yer alanların müteselsil sorumluluğunu kabul etmektedir. (1) Aksi görüş ise, sadece üreticinin sorumluluğunun zikredilmiş olmasından ve bu hükmün değişikliğine ilişkin Komisyon Raporundaki ifadelerden hareketle, bu zararların tazmininden sadece üreticinin sorumlu olacağı doğrultusundadır. (2) Burada da müteselsil sorumluluğun kabulü son derece normal ve gerekli ise de (Zira, herkese karşı ileri sürülmeye çok daha az elverişli olan seçimlik haklar için müteselsil sorumluluk getiren bir kanunun, bu seçimlik haklarla birlikte kullanılacak tazminat talebi için, öncelikle (haydi haydi = a fortiori) bu imkânı tanıması gerekir); maalesef ikinci görüşün belirttiği gibi maddenin ifadesi tam tersi yöndedir. Bu ifadeye rağmen amaca göre yorumla müteselsil sorumluluk sonucu çıkartmak doğrusu çok zordur. Fakat belirtelim ki, satıcının ayıplı ifada kusursuzluğunu ispat edemediği durumlarda, onun Borçlar Kanunu’na dayanacak tekeffül sorumluluğu ile üreticinin TKHK m.4/f.2’ye dayanacak kusursuz sorumluluğu arasında eksik teselsülden söz edilebilecektir.

Tüketici, TKHK m.4/f.2’dekiler dışındaki zararlarının tazminini, bu hükümdeki bir seçimlik hakkını kullanmak zorunda kalmadan, fakat TKHK’na göre değil de Borçlar Kanunu hükümlerine göre ileri sürebilir (Gerçi bu kez de Borçlar Kanunundaki seçimlik haklarından birini kullanmak zorunda kalmadan tazminat isteyip isteyemeyeceği, Borçlar kanununun ilgili hükümlerine göre ayrıca tartışılacaktır). Bu durumda , satıcı dışındakiler üreticinin sorumluluğu kurallarına veya haksız fiil hükümlerine göre ayrıca sorumlu olmadıkça (ki bu eksik teselsül oluşturacaktır), müteselsil sorumluluktan söz edilemeyecektir.

TKHK m.4/f.2, m.4A/f.2 hükümlerindeki tazminat talebinin satıcı veya sağlayıcının kusuru şartına bağlı olup olmadığı tartışmalıdır. m.4/f.3 ve m.4A/f.3 hükümlerinde, “satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz” denmektedir. İçinde benim de bulunduğum yazarlar, bu hükme de dayanarak, burada bir kusursuz sorumluluk hâli bulunduğunu kabul etmektedirler. (3) Yargıtay da bu eğilimde görünmektedir. (4) Diğer bir görüşe göre ise, burada kusur sorumluluğu vardır. (5) Zira, satıcı veya sağlayıcı, ayıplı ifada bulunduğunu bilmemekte kusurlu olabilir. Dolayısıyla, bilmemenin sorumluluğu kaldırmayacağı hükmü, otomatikman kusursuz sorumluluk anlamına gelmez demektedirler. Kanımca bu ikinci görüş isabetsizdir. Yasakoyucunun maksadı sorumluluk için kusur aranması prensibine istisna getirmek olmasaydı, satıcı veya sağlayıcının ayıbı bilmemesinin sorumluluklarını kaldırmayacağını belirtmesine gerek yoktu. Zaten BK m.96 hükmüne göre her tür sorumlulukta prensip borçlunun kusurlu olmasıdır. Burada da yasakoyucu, hiçbir şey söylemeyerek, satıcı veya sağlayıcının ancak ayıbı fark etmemekte kusurlu olduğu durumlarda sorumlu olmalarını sağlayabilirdi. Şu halde, maddedeki “bilmemenin sorumluluğu kaldırmayacağı” ifadesinin tek fonksiyonu, buradaki tazminat yükümü bakımından kusursuz sorumluluğun benimsendiğidir. Öte yandan, esasen bu özel hükümlerde tazminatın sadece belli bedensel zarar ve eşyaya verilen zararla sınırlanması da, kusursuz sorumluluk görüşünü desteklemektedir. Bunlar için de kusur sorumluluğu kabul edilirse, diğer zararların tazmini ile bu özel zararların tazmini arasında kayda değer bir fark kalmaz. Nitekim BK m. 205/f.2 hükmü alıcının ayıplı malın tesliminden doğrudan doğruya kaynaklanan zararlarda satıcının kusursuz sorumlu olacağını düzenlemiştir. TKHK’nun ayıplı ifaya ilişkin olarak getirdiği sorumluluğun Borçlar Kanunun da gerisinde kalmasına yol açan bir yorum, isabetli olamaz. Son olarak belirtelim ki, 13 Haziran 2003 Tarihinde yayınlanan “Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakında Yönetmelik” m. 6/f.1 hükmünde, aynı tür zararlardan dolayı üreticinin (imalatçının) tüketiciye karşı kusursuz sorumlu olacağı açıkça belirtilmiştir. Bu yönetmeliğin 3. Maddesinde, TKHK ‘un 4. Maddesine dayanılarak çıkartıldığı yazılıdır. Buna göre, tüketicinin uğradığı zarardan müteselsilen sorumlu olanlardan sadece üreticiyi kusursuz sorumlu tutmak kanunun sistemine aykırı düşeceğinden, kusursuz sorumluluğun başta satıcı olmak üzere tüm sorumlular için kabulü mantıkî bir zorunluluktur.

6) Süreler:

THK uyarınca, ayıplı malın tesliminden ve ayıplı hizmetin tamamlanmasından itibaren otuz(30) gün içinde, tüketici satıcı veya sağlayıcıya ayıp ihbarında bulunmak zorundadır. Bu ihbar bir şekle bağlı değildir. Ancak ispatını mümkün kılacak bir şekilde yapılması önerilir. Bu ihbar süresi BK ve TTK’ndaki kısa (derhal- 2 gün -8 gün) ayıp ihbar sürelerine göre uzun bir süredir. Otuz gün içinde anlaşılması mümkün olmayan gizli ayıplar, bu süre dolduktan sonra ortaya çıkarlarsa, tüketici bunları vakit geçirmeden ihbar ederek haklarını kullanabilmelidir.. Gizli ayıpların ortaya çıkar çıkmaz bildirilmesinin yeterli olacağı BK m.198/f.3 hükmünde düzenlenmiştir. TKHK böyle bir hüküm içermemekle birlikte, amaç tüketiciyi Borçlar Kanununa nispeten daha fazla korumak olduğundan, burada Borçlar Kanununun tüketici lehine olan hükmü uygulanmalıdır.

Gene BK m.200 hükmünde, satıcının alıcıyı aldatarak, kasten ayıplı mal vermiş olması hâlinde, alıcının hiçbir ihbar süresi ile bağlı olmadan, zamanaşımı süresi doluncaya kadar haklarını kullanabileceği düzenlenmiştir. Bunu karşılayan 6098 Sayılı TBK m.225 hükmünde ise, aynı sonuç için satıcının “ağır kusurlu” olması yeterli sayılmıştır. TKHK’da böyle bir düzenleme de olmamasına rağmen, kendisine kasten/hile ile ayıplı mal verilen tüketicinin Borçlar Kanununun bu elverişli hükmü uyarınca hiç bir ihbar süresiyle bağlı olmadan, seçimlik haklarını kullanabileceği kabul edilmektedir.

Tüketicinin seçimlik hakları kural olarak teslimden veya işin görülmesinden itibaren iki(2) yıllık (TKHK m.4/f.4, m.4A/f.4); konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda ise beş(5) yıllık (TKHK m.4/f.4) zamanaşımı süresine tabidir. Böylece, bu seçimlik haklar alacak hakları değil yenilik doğuran haklar olmalarına rağmen (Sözleşmeden dönme bozucu yenilik doğuran; bedel indirimi, onarım talebi ve değiştirme talebi ise değiştirici yenilik doğuran bir haktır); diğer yenilik doğuran haklardan farklı olarak, “hak düşürücü süreye” değil, “zamanaşımına” bağlanmış olmaktadırlar. Bunun sonucu olarak, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplerle bu sürelerin durması ve kesilmesi mümkün olacaktır.

TKHK hükümlerine tabi tazminat talepleri ise, gene malın teslimi veya işin görülmesinden itibaren üç (3) yılda zamanaşımına uğrayacaktır (TKHK m.4/f.4, m.4A/f.4). Fakat bu talepler, zarara sebep olan malın piyasaya sürüldüğü günden başlayarak on (10) yılın geçmesi ile düşecektir (TKHK m.4/f.4). Bu on yılın –üç yıldan farklı olarak- zamanaşımı değil hakdüşürücü süre olduğu anlaşılmaktadır. Bu sınırlamayı uygun bulmuyorum. Zira, buna göre on yılı aşkın süredir piyasada dolaşan bir malın yol açtığı zararlardan dolayı tüketicinin TKHK hükümlerine göre tazminat isteyebilmesi kural olarak imkânsız olur.

Neyse ki, gene TKHK m.4/f.4 ve m.4A/f.4 hükümlerinin son cümlesine göre, “satılan malın /verilen hizmetin ayıbı tüketiciden ağır kusur veya hile ile gizlenmişse”, bu zamanaşımı süreleri uygulanmayacaktır. Burada hilenin yanında ağır kusurdan söz edilmesinden; şayet satıcı veya sağlayıcı kasten (bilerek) ayıplı mal vermemiş fakat ayıbı ağır ihmali sebebiyle fark etmemişse, gene de bu maddedeki zamanaşımı sürelerinin uygulanmayacağı sonucu çıkmaktadır. Böyle durumlarda , hem seçimlik hakların iki(2) ve beş (5) yıllık zamanaşımı süreleri, hem de tazminat talebinin üç (3) ve malın piyasaya çıkmasından itibaren on (10) yıllık zamanaşımı süreleri uygulanmayacaktır. Böyle durumlar için ilgili hükümde hiçbir üst süre belirtilmemişse de; bu talepler BK m. 125 hükmündeki on (10) yıllık genel zamanaşımına tabi olacaktır. Zira, hiçbir zamanaşımına bağlı olamayan bir alacak, BK m.125 hükmünden de anlaşıldığı üzere, hukukumuzda mümkün değildir.

*Bu metin, 24-25 Kasım 2011 tarihinde gerçekleştirilen Uluslararası Tüketici Hukuku Sempozyumu‘nun 2 . Gün 1. Oturumunda Galatasaray Üniversitesi Medeni Hukuk Anabilimdalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turgut Öz tarafından sunulmuştur.

(1)  ZEVKLİLER/AYDOĞDU, Tüketicinin Korunması hukuku, 3.Bası, Ankara 2004, s.131
(2) AKÇURA KARAMAN, Üreticinin Ayıplı Ürününün Sebep Olduğu Zararlar Nedeniyle Üçüncü Kişilere Karşı Sorumluluğu, İstanbul 2008, s.140 vd.
(3) OĞUZMAN/ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, İstanbul 2010, s.846, not 174a; KIRCA, Ürün Sorumluluğu, Ankara 2007, s.94; BAYKAN, Tüketici Hukuku, Mevzuata İlişkin Yorum, Eleştiri, Öneriler, İstanbul 2004, s.240; ASLAN, Tüketici Hukuku, Bursa 1996, 230; KARAHASAN, Sorumluluk Hukuku, İstanbul 2003, s.331; ZEVKLİLER/AYDOĞDU, a.g.e., s.142
(4) Yarg. 11. HD., E. 2009/9555, K. 2011/228, T. 7.3.2011 (Kazancı Web Sitesi).
(5) AKÇURA KARAMAN, a.g.e., s.142,143;