Uygulanışı İtibarıyla Gazze Ablukası’nın Hukukî Meşruiyeti*

Doç. Dr. Ahmet Hamdi Topal / İstanbul Medipol Ü. Hukuk Fak. Milletlerarası Hukuk Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi

Hamas ile İsrail arasındaki silâhlı çatışma uluslararası nitelikte kabul edilse dahi, uygulanışı itibarıyla Gazze Ablukası’nın hukuka aykırı olduğu görülmektedir. Özellikle, ablukanın sivil halkı açlığa mahkûm etmeyi veya hayatlarını idâme ettirebilmek için ihtiyaç duydukları temel maddelerden mahrum bırakmayı amaçladığı veya sivil halkın maruz kaldığı zararın abluka ile ulaşılmak istenen askerî avantaja nazaran orantısız oluşu, ablukayı hukuken tartışmalı hâle getirmektedir. Önceden de belirtildiği üzere uluslararası hukuk, sivil halkın hayatını idâme ettirebilmesi için gerekli temel ihtiyaç maddelerinden mahrum bırakılması ile elde edilmesi amaçlanan askerî avantaja oranla sivil halka aşırı derecede zarar verecek abluka uygulanmasını yasaklamıştır. Bu kuraldan hareketle, uygulanmakta olan ablukanın hukuken meşru bir uygulama olup olmadığının ortaya koyulması gerekmektedir. Ancak yapılacak değerlendirmede, İsrail’in karadan uyguladığı ablukanın da dikkate alınması zorunludur. Zira İsrail’in kendisine yönelik saldırılarda kullanılacağını iddia ettiği silâh ve mühimmatın Hamas dâhil Filistinli silâhlı grupların eline geçmesini önlemek için gerek karadan gerek denizden yürürlüğe koyduğu ablukanın başarıya ulaşması, her ikisinin de etkin bir şekilde uygulanmasına bağlıdır. Dolayısıyla abluka, Gazze Şeridi’ni karadan ve denizden bir bütün olarak kuşatma politikası çerçevesinde zaten devam etmekte olan kara ablukasının tamamlayıcı bir parçası olarak uygulamaya konulmuştur. Bu nedenle, iki uygulamayı birbirinden ayırmak ve her birini müstakil bir değerlendirmeye tâbi tutmak yanlış olacaktır. Nitekim Hudson-Philips Raporu’nda da, kara ve deniz ablukasının birbirinden ayrılmasının söz konusu olamayacağı, denizden uygulanan ablukanın kara ablukasını tahkim etmek üzere uygulamaya koyulduğu ifade edilmektedir. (69)

Bir abluka uygulamasının hangi hâllerde hukuka aykırı olacağı, özellikle ablukaya ilişkin geleneksel ve modern yaklaşım arasındaki farklılık dikkate alınarak cevaplanmalıdır. Ablukaya dair örfî uluslararası hukuk kuralları içinde geleneksel kurallar olarak karşımıza çıkan ablukanın ilanı ile tarafsız ve etkin bir şekilde uygulanması, ablukanın hukukî meşruiyeti için birer ön şarttır. Nitekim ablukaya ilişkin örfî uluslararası hukuk kuralları arasında önemli bir yere sahip Londra Bildirisi (madde 2, 5, 8 ve 9) ile SRM’de (paragraf 93, 95 ve 100), meşru bir abluka uygulamasından bahsedebilmek için geleneksel yaklaşım doğrultusunda ablukanın ilanı ile etkin ve tarafsız bir şekilde uygulanması öngörülmüştür.

Ablukayı söz konusu hükümler çerçevesinde meşrulaştırmaya çalışan İsrail, öngörülen şartları yerine getirdiğini ve ablukayı ihlâl eden ya da ihlâle teşebbüs eden gemilere el koyacağını, gerektiğinde uluslararası hukuk çerçevesinde kuvvet kullanımına başvuracağını açıklamıştır. (70) Aynı şekilde Turkel Raporu’nda da geleneksel şartlar esas alınmış ve ablukanın günümüz insancıl hukuk bakış açısıyla değerlendirilmesi ikinci planda tutulmuştur. Bu bağlamda etkinlik, tarafsızlık ve ilan şartlarının bihakkın yerine getirildiği tespitinde bulunulmuştur. (71) Ancak abluka, öngörülen bu şartların gereğini yerine getirmekle birlikte silâhlı çatışmalarda uyulması gereken kuralları düzenleyen insancıl hukuku ihlâl edebilir. Bilindiği üzere uluslararası insancıl hukuk; sivilleri ve savaş dışı kalmış muharipleri gereksiz acı ve ezadan korumayı, kayıplara engel olmayı ve çatışmaların daha insanî şartlarda gerçekleştirilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. İnsancıl hukuk kurallarının uygulanabilirliği açısından bir risk arz eden abluka, insanî bir krize neden olabileceği gibi mevcut bir krizi daha da ağırlaştırabilir. Bu nedenle ablukanın amacı, düşman tarafın dış desteğini kesmekle sınırlı tutulmuş, sivil halkı açlığa mahkûm etmeyi veya topluca cezalandırmayı amaçlayan uygulamalarda bulunmak yasaklanmıştır. Aynı şekilde orantılılık ilkesi çerçevesinde, sivil halka verilen zararın beklenen faydaya nazaran aşırı olması hâlinde, ablukanın meşruiyeti hukuken tartışılır hâle gelmektedir. Nitekim Hudson-Philips Raporu’nda, Gazze Ablukası insancıl hukuk açısından değerlendirilmiş; etkinlik, tarafsızlık ve bildirim şartlarına kısaca yer verilerek bunlar açısından ayrıntılı bir değerlendirme yapılmamıştır. (72)

A. Toplu Ceza Yasağı

Uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde ablukayı hukuka aykırı kılan toplu/kolektif ceza yasağı, 1907 Lahey Yönetmeliği ile 1949 tarihli III ve IV Nolu Cenevre Sözleşmeleri’nde düzenlenmektedir. 1907 Lahey Yönetmeliği 50. maddede; müştereken veya müteselsilen sorumlu oldukları kabul edilemeyecek şahısların eylemleri dikkate alınarak
halka genel mahiyette hiçbir ceza verilemeyeceği, malî veya başka bir şekilde toplu ceza uygulamasına tâbi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır. III Nolu Cenevre Sözleşmesi madde 87(3)’te de münferit fiillerden dolayı toplu cezalandırma yasaklanmıştır. Benzer şekilde IV Nolu Cenevre Sözleşmesi 33. maddede, korunan kişilerin şahsen işlemedikleri bir suçtan ötürü cezalandırılamayacakları ifade edilmiş, toplu cezalar ile benzer şekilde tüm tehdit ve terörizm uygulamaları da yasaklanmıştır. I ve II Nolu Ek Protokoller’de, sırasıyla madde 75(2)(d) ve 4(2)(b)’de düzenlenen bu kural tüm siviller ve muharebe dışı kalmış şahıslar için temel bir teminat olarak kayıt altına alınmıştır. Uluslararası olan ve olmayan ayrımı yapılmaksızın tüm silâhlı çatışmalarda geçerli olan bu kurallar, günümüzde örfî uluslararası hukuk kuralı değerindedir. (73)

Mevcut olayda, 31 Mayıs 2010 tarihi itibarıyla uygulanan ablukanın Gazze Şeridi’nde yaşayan sivil halkı hayatlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaç duydukları temel maddelerden mahrum bıraktığı aşikârdır. Batıda Akdeniz, kuzeyde ve doğuda İsrail topraklarıyla çevrili Gazze Şeridi’nin, İsrail tarafından uygulanan kuşatma politikası sebebiyle dünyaya açılan tek çıkış kapısı olarak kalan Refah sınır kapısının da Mısır tarafından kapatılması neticesinde, bölgede insanî durum her geçen gün daha da kötüleşmiş ve iktisadî hayat durma noktasına gelmiştir. İsrail saldırılarıyla birlikte sınırlı ekonomik kaynaklarını büyük ölçüde yitiren bölgeye yardım malzemelerinin girişine izin verilmediği de dikkate alındığında, doğal olarak ablukayla birlikte sivil halkın topluca cezalandırılmak istendiği ihtimali gündeme gelmektedir. Her ne kadar İsrail ablukanın sebebi olarak güvenlik endişesini ileri sürse de, asıl amacın bu olmadığı bizzat İsrailli yetkililerin açıklamalarından anlaşılmaktadır. İsrailli yetkililerin ablukanın Gazze ekonomisini zayıflatmayı ve Hamas’a yönelik desteği ortadan kaldırmayı amaçladığı yönünde açıklamalarda bulundukları bilinmektedir. (74) Mesela ablukanın Filistinlileri diyete tâbi tutmak (put the Palestinians on a diet), Gazze ekonomisini çöküşün eşiğine getirmek (keep the Gazan economy on the brink of collapse) ve Gazzelilerin İsrail’e yönelik politikalarını değiştirmesi için Hamas’a baskı uygulamalarını sağlamak olduğu yönünde beyanlarla karşılaşılmaktadır. (75) Nitekim Mavi Marmara Saldırısı’nın gerçekleştirildiği dönemde İsrail Dışişleri Bakanlığı görevini yürütmekte olan Tzipi Livni, Turkel Komisyonuna verdiği ifadede aynı yönde açıklamalarda bulunmuştur. Livni, bir taraftan Hamas’ı zayıflatarak meşruiyetini ortadan kaldırmayı diğer taraftan da Batı Şeria’daki Filistin yönetimini güçlendirmeyi hedefleyen kapsamlı bir stratejinin parçası olarak ablukanın yürürlüğe konulduğunu açıkça söylemiştir. (76) Öte taraftan İsrail Savunma Bakanlığı yetkilisi Amos Gilad imzalı 3 Ağustos 2010 tarihli bir belgede yer alan bilgiler, ablukanın siyasî ve askerî sebeplerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Komisyon tarafından dikkate alınan belgede, ablukanın askerî yönden Hamas’ın güç kazanmasını önlemenin yanı sıra Hamas’ı yalnızlaştırarak tasfiyesini kolaylaştırmayı amaçladığı belirtilmiştir. Ayrıca denizden Gazze Şeridi’ne girişlere izin vermenin Filistin’deki iç siyasî dengeler açısından da Hamas’ın güç kazanması anlamına geleceği, askerî sebeplerin yanı sıra Hamas’ın siyasî güç kazanmasını engellemek için abluka kurulduğu ifade edilmektedir. (77)

Ablukanın arkasında yatan temel sebeplerden birinin Gazze halkını Hamas’ı seçtikleri için cezalandırmak olduğu belirtilen Hudson-Philips Raporu’nda da, Gazze’ye yönelik kısıtlamalar birlikte ele alındığında, İsrail’in eylem ve politikalarının uluslararası hukukta “toplu cezalandırma” olarak tanımlanan eylemle eş değer olduğu hususunda herhangi bir şüpheye yer kalmadığı ifade edilmektedir. (78) Keza Uluslararası Kızılhaç Örgütü, Gazze Şeridi’ne yönelik abluka ve benzeri uygulamaları sivil halkı topluca cezalandırmaya yönelik bir uygulama şeklinde nitelendirmiş, Gazze’deki sivil halkın tamamının sorumlulukları bulunmayan fiillerden dolayı cezalandırıldığını ve sivil halkı toplu cezalandırma yoluna giden İsrail’in uluslararası insancıl hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini ihlâl ettiğini belirtmiştir. (79) Netice olarak, abluka ve sınırların kapatılmasını içeren bu kuşatma politikasının, 31 Mayıs 2010 itibarıyla Gazze’deki mevcut durum ve 1,5 milyon insan üzerindeki yıkıcı etkisi dikkate alındığında, Hamas ve Gazze Şeridi’nde faaliyet gösteren diğer silâhlı örgütlerin askerî güçlerini kırmanın ötesinde İsrail’in uluslararası insancıl hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerinin ihlâli anlamına gelen toplu cezalandırma mahiyetinde olduğu açıktır.

*Bu makale, Doç. Dr. Ahmet Hamdi Topal‘ın izniyle “İsrail’in Gazze Ablukası ve Mavi Marmara Saldırısı” konulu çalışmasından alınmıştır.  

(69) Hudson-Philips Raporu, para. 59. Buna mukabil Palmer Raporu’nda farklı bir değerlendirmeye yer verilmiştir. Raporda, abluka ile kara sınırının kapatılmasının birbirinden farklı uygulamalar olduğu ve birlikte değerlendirilmemeleri gerektiği ifade edilmiştir. Buna gerekçe olarak da, söz konusu uygulamaların farklı tarihlerde yürürlüğe koyulduğu, kara sınırından Gazze’ye geçişlere dönem dönem müsaade edildiği fakat ablukanın istisnasız bir şekilde uygulandığını ve her iki uygulamanın farklı amaçlara hizmet ettiği ileri sürülmektedir. Bkz. Palmer Raporu, para. 70. Hâlbuki abluka, kara geçişlerinin sınırlandırılması üzerine Filistinlerin deniz yoluna yönelmeleri karşısında yürürlüğe koyulmuş bir uygulamadır. Dolayısıyla Hudson Philips Raporu’nda da ifade edildiği üzere, her iki uygulama birbirini tamamlamakta ve aynı amaca hizmet etmektedir.
(70) Israel Ministry of Foreign Affairs, The Gaza Flotilla and the Maritime Blockade of Gaza-Legal Background, 31 Mayıs 2010, http://www.mfa.gov.il/MFA/Government/Law/Legal+Issues+and+Rulings/Gaza_flotilla_maritime_blockade_Gaza-Legal_background_31-May-2010.htm (Erişim Tarihi: 12 Kasım 2011).
(71) Turkel Raporu, para. 57-60.
(72) Hudson-Philips Raporu, para. 51.
(73) HENCKAERTS, Jean-Marie & DOSWALD-BECK, Louise; Uluslararası İnsancıl Teamül (Örf-Adet) Hukuku Cilt I: Kurallar, Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 204.
(74) FRANCIS, David R.; What Aid Cutoff to Hamas would Mean, The Christian Science Monitor, 27 Şubat 2006, http://www.csmonitor.com/2006/0227/p17s01-cogn.html (Erişim Tarihi: 12 Kasım 2011); WikiLeaks: Israel Aimed to Keep Gaza Economy on Brink of Collapse, 5 Mayıs 2011, http://www.haaretz.
com/news/diplomacy-defense/wikileaks-israel-aimed-to-keep-gaza-economyon-brink-of-collapse-1.335354 (Erişim Tarihi: 12 Kasım 2011).
(75) SANGER, s. 435.
(76) Turkel Raporu, para. 50.
(77) Turkel Raporu, para. 50.
(78) Hudson-Philips Raporu, para. 54, 60.
(79) International Committee of the Red Cross, Gaza Closure: not Another Year!, 14 Haziran 2010, http://www.icrc.org/web/eng/siteeng0.nsf/htmlall/palestine-update-140610 (Erişim Tarihi: 12 Kasım 2011).