AYM’den Bireysel Başvurunun 8. Yılında “İnternet Özgürlüğü” Sempozyumu

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru hakkının tanınmasının 8. yıl dönümü vesilesiyle “İnternet Çağında Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması” konulu sempozyum gerçekleştirdi.

İnternete Erişim ve İfade Özgürlüğü’na ayrılan ilk oturumun başkanlığını Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Doç. Dr. İbrahim Şahbaz üstlendi. Oturumda Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu İnternet Daire Başkanı Bahadır Aziz Sakin “Temel Hakların Korunması Bağlamında İnternet Aktörlerinin Sorumlulukları”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilişim ve Teknoloji Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Bedii Kaya “İnsan Hakları Ekseninde İnternetin Kontrolü ve Hukuki Sorumluluk Rejimi”, Anayasa Mahkemesi Raportörü Ceren Sedef Eren “İnternete Erişimin Engellenmesi Uygulaması Hakkında Anayasa Mahkemesi İçtihadı” konularında sunum yaptı.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Üyesi Doç. Dr. Selami Demirkol‘un başkanlığını yürüttüğü “İnternet ve Kişisel Verilerin Korunması” başlıklı ikinci oturumda Kişisel Verileri Koruma Kurumu Başkanı Prof. Dr. Faruk Bilir “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve Uygulaması”, Türk Alman Üniversitesi Medeni Hukuk Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mesut Serdar Çekin “Veri Temelli Ekonomi Çağında Bir Temel Hak Olarak Kişisel Verilerin Korunması”, Anayasa Mahkemesi Raportörü Özgür Duman “Kişisel Verilerin Korunmasını İsteme Hakkına İlişkin Anayasal Güvence ve İlkeler” hakkında görüşlerini aktardılar.

Temel haklara ulaşma gayreti

Oturumun ilk konuşmacısı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu İnternet Daire Başkanı Bahadır Aziz Sakin “Temel Hakların Korunması Bağlamında İnternet Aktörlerinin Sorumlulukları” konulu bir sunum yaptı. Konuşmasına Koronavirüs salgınının internet kullanımındaki etkilerinden söz ederek başlayan Sakin “Pandemi süreci ülkemizde kota kullanımını zorladı. İnternet üzerinden profillerin oluşturulduğu sanal ve sahte pek çok karakter var. M.Ö. 6. yy’da Lidyalılar ilk altın parayı bastığında zenginliğe ulaşmış. Günümüzde ise yapay zeka kullanılarak algoritmalarla bilgiler toplanıyor. Bu bilgiler sayesinde hayatın tüm alanlarında ticarette hatta siyasette kullanılarak zenginlik sağlanıyor. Veri toplayıcılığı olarak hayatımızda karşımıza çıkıyor. İnternet kullanımı, kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde çoğalarak hızla ilerliyor. 2009’da Muğla Yatağan’daki kazılarda tarihteki ilk imzaya ulaşılmıştı. O imza daha sonra e-imzaya dönüştürüldü. Tarihteki ilk imzaya ulaşıldı ancak insanların temel haklara ulaşma gayreti hiç değişmedi” dedi.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu İnternet Daire Başkanı Bahadır Aziz Sakin

Yeni hak ve hürriyetlerle karşılaşıyoruz

İfade özgürlüğünün kapsamının genişlemesi gerektiğini söyleyen Bahadır Aziz Sakin “Mülkiyet hakları kazanımlarını nasıl koruyorsa ifade özgürlüğü de kazanımlarını korumalı ve alanı genişlemeli. İnsanlık, süreç ilerledikçe yeni hak ve hürriyetlerle karşılaşıyor. İnsan hakları alanı yıllar geçtikçe ilerleme sağlayan geniş bir alan. Dünyada 4.57 milyar, Türkiye’de 77 milyon internet kullanıcısı mevcut. Ülkemizde yaklaşık 52 milyon aktif kullanıcı bulunuyor. Türkiye’de 38 milyon kişi ise popüler bir uygulamayı aktif olarak kullanıyor. 

Buna bağlı olarak internette ve sosyal medyada kötüye kullanım artıyor. Pozitif içeriğe karşı kötüye kullanımlarda artıyor. BTK, kumar, uyuşturucu kullanımını kolaylaştırma, cinsel istismar gibi  9 ayrı suç kategorisinde ihbar almakta. BTK tarafından erişim engeli kararları en çok cinsel istismar, kumar gibi suçlara karşı uygulanmakta. BTK’nın güvenli hizmeti olan güvenli internet uygulamasından 7.3 milyon aile faydalanmakta” şeklinde konuştu.

Düzenleme yapan tek ülke değiliz

Sosyal medya düzenlemesinin yapılmasıyla ilgili konuşan Sakin “İnternet ve sosyal medya kullanımında özgür düzenlemeler yapan tek ülke Türkiye değildir. Amerika, Almanya, Fransa ve daha pek çok ülkede sosyal medya için spesifik düzenlemeler yapılmıştır. Bireylerin özgürce dolaşabileceğini savunan ülkeler bile zaman zaman düzenlemeler yapmıştır. Ülkemizde son düzenleme 29 Temmuz 2020 tarihinde kanun değişiklikleri ile gerçekleşmiştir. 

Koruma altına alınan kişilik hakları insan varlığının önemli bir parçasıdır. 9.madde uygulaması genişletilerek içeriğin çıkarılması kararı da çıkarılmıştır. Yurtdışındaki aktörlere yayınlarını durdurmaları konusunda elektronik tebliğ usulü getirilmiştir. Sosyal medya uygulamalarına temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Sahte hesaplarla tacize uğrayan vatandaşlar şikayet etmek için başvuracakları bir mecra bulamamaktadır. Yapılan paylaşımları şikayet etmelerine rağmen içeriklerin kaldırılmadığını görüyoruz. Kaldırılmadığı için bu süreç intihara kadar gitmektedir” dedi.

Alınan kararlara şirketler neden uymuyor?

Şirketlere iyi niyet göstergesi olarak alınan kararların uygulanması için sürelerin ertelendiğinin altını çizen Bahadır Aziz Sakin “Düzenlemeyle 48 saat içinde şikayetlere geri dönüş yapma zorunluluğu getirilmiştir. Bununla birlikte mağdur vatandaşlarımızla nitelikli bir ilişki kurma yoluna gidilmiştir. Son aşamada yayın kalitesini azaltma gibi bir durum söz konusudur. Ancak temsilci bulundurmaması halinde erişimi tamamen durdurma gibi bir durum söz konusu değildir. Kanuni değişiklik incelendiğinde sosyal ağlara ilişkin temsilci bulundurma maddesini 1 Ekim 2020 tarihine ötelendi. Sosyal medya şirketlerine 1 ay ek süre verildi. Vatandaşa 48 saat içerisinde geri dönüş yapma zorunluluğu 1 Ocak 2021’e raporlama yükümlülüğün ise 1 Haziran 2021’e ertelendiğini görüyoruz. Yapılan bu ertelemelerle muhataplık konusunda iyi niyetinin olduğunun en açık göstergesidir. Düzenlemenin yayınlara kısıtlama değil bu alanlarda zafiyetlerin giderilmesi için yapılmıştır. Almanya ve diğer ülkelerde bu düzenlemelere sosyal medya şirketlerinin alınan kararlara uymalarına rağmen Türkiye’de neden uyulmadığını sorulmalı” diye konuştu.

Muhatap olmaması süreci uzatmakta

Sosyal medya şirketlerinin yapılan şikayetlere hızlı ve zamanında dönüş yapmadığını belirten Sakin “Vatandaş mağduriyeti üzerinde yeterince durulmamıştır. Şifreli yayın yapan internet aktörlerinin teknik olarak yayınlarının engellenememesi bu hükümlerin yerine getirilmemesi kusur olarak alınmalı. Elbette orantılılık korunmalı. Ancak ihlal bildirimleri gereğince platformlara kanuni yükümlülükleri de hatırlatılmalı. 

Terör unsurlarının sabotaj, saldırı kararlarının bir kısmı uygulanmamıştır. Kısa sürede aksiyonu alınmadığı için internet ortamında fotoğraf ve videolar hızla yayılmaktadır. Sağlıklı bir iletişim için şirketlerin temsilci bulundurmaları gerekmektedir. 

Sosyal ağlar temsilci bulundurdukları ülkelerde gelen hukuki kararlarda ve vatandaşlardan gelen taleplere uymakta. Türkiye’de ise muhatap olmadığı için süreç uzamaktadır. İnternet hızlı ve değişken yapısı nedeniyle milli güvenlik açısından da sorunlar oluşturmakta ve manipülatif sıkıntılar, kamusal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ülkelerin siyasal olaylara bakışının farklı olması terör örgütlerinin propaganda yapmasına neden olmaktadır. Şifreli protokole dönüşmesi internet aktörlerinden birinci derecede sorumlu olduklarını bilmeleri gerekmektedir” şeklinde konuştu.

Bahadır Aziz Sakin konuşmasını “Düzenlemenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. İnternet aktörlerince kast sistemleri oluşturmadan eşit, şeffaf, doğrusal bir iletişim şekliyle sorunların aşılacağını düşünüyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum” diyerek sonlandırdı.

İdeal Hukuk Nasıl OLmalı?

İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilişim ve Teknoloji Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Bedii Kaya, İnsan Hakları Ekseninde İnternetin Kontrolü ve Hukuki Sorumluluk Rejimi başlıklı konuşmasında “İdeal bir hukuk nasıl olmalı?” sorusunu yanıtlamaya çalıştı.

Amerikan ve Avrupa Birliği (AB) hukuklarından örnekler veren Kaya, regülasyon dalgasının ilk kez Amerikan hukukunda görülmeye başladığının, hızla AB hukukuna da yayıldığının altını çizdi.

Avrupa Konseyi’nin internet özgürlüğüyle ilgili deklarasyon ve tavsiye kararlarından örnekler veren Kaya, Avrupa İnsan Hakları Mahklemesi’nin (AİHM) 2012 yılındaki Ahmet Yıldırım v. Türkiye davasından 2020’deki Vladimir Kharitonov v. Rusya davasına kadar önemli kararları üzerinden AİHM’in internet özgürlüğünü nasıl yorumladığına da dair ayrıntılara yer verdi.

İnternet kullanıcıları için “mağdur” sıfatı ilk kez kullanıldı

AİHM’in Ahmet Yıldırım v. Türkiye kararının, mağdur sıfatının internet kullanıcıları için ilk kez kullanılması açısından önemine dikkat çeken Kaya, ML ve WW v. Almanya davasında da unutulma hakkının AİHM’de ilk kez tartışıldığının altını çizdi. Kaya, internet hukukuna ilişkin AİHM’in verdiği en önemli kararın ise 2018’deki Magyar Jeti Zert v. Macaristan olduğunu dile getirdi. 

AİHM’in internet hukukuna ilişkin 17 kararının bulunduğunu söyleyen Kaya, AİHM Kararları Işığında İnternetin Düzenlenmesine dair çıktıları sunumunda şu şekilde özetledi:

  • Erişimin engellenmesi tedbiri genel nitelikte değil, özel nitelikte içerikleri için söz konusu olmalı; her zaman daha az müdahaleci tedbirin varlığı sorgulanmalı; menfaatleri etkilenen kişiler sürece dahil edilmeli; eğer böyle bir bildirim söz konusu olmayacaksa kararın neden derhal uygulanması gerekliliği somut olarak ortaya koyulmalı; hangi içeriğin engelleneceği (maddi hukuk) ve nasıl engelleneceği (usul hukuku) belirlenmeli; engelleme kararları somut hukuka aykırılığı mutlaka nitelendirmeli ve tanımlamalı ve de engelleme kararlarına karşı etkin bir itiraz mekanizması var olmalıdır.
  • Önleyici kısıtlamalar (prior restraints) ilk bakışta (a priori) AİHS’ne uyumsuz değildir meğer ki, kısıtlamalar muhtemel kötüye kullanma durumlarına karşı sunulan hukuki güvence konusunda etkili olmalı ve yasağın sınırlandırılması hususunda katı bir yasal çerçeve mevcut olsun.
  • İnternete müdahalenin veya hukuki sorumluluğun açık yasal dayanağı olmalıdır.
  • Daha az müdahaleci bir tedbirle aynı amaca ulaşılıp ulaşılamayacağı değerlendirilmesi
    zorunlu olmalıdır.
  • Tedbirlerin aşırı ve keyfi olarak uygulanmasını önleyecek koruma mekanizmaları olmalıdır.
  • Etkin bir hak arama yolu bulunmalı: ex-ante yollar, engellemeye konu olan web sitelerinin sahiplerine ön bildirim; ex-post yollar ise bir engelleme kararı uygulandıktan sonra kapsamını kısıtlamak veya yeni koşullar dikkate alınarak itiraz etmek için etkin mekanizmaların varlığıdır.
  • Platformlar içeriği saklamak ve erişmek için araçlar olup, içeriğin kendisiyle özdeşleştirilmemelidir.
  • Erişimin engellenmesi tedbiri söz konusu olduğunda varsayımlarla hareket edilmemeli ve somut hukuka aykırılığın varlığı gözetilmelidir.
  • İnternet ortamını düzenleyecek mevzuatın bu bağlamda çerçeve değil, kazuistik olması kaçınılmazdır ve ideal olan da budur. Bu tür mevzuat, konunun teknik ve hukuki boyutu işin niteliğine uygun olarak kaleme alınmalı ve tüm paydaşların İnternet ortamındaki davranışlarını önceden düzenleyebilmesi sağlanmalıdır.
  • İçerikler çok hızlı şekilde değerini yitirebileceği için itiraz mekanizmaları da etkin olmalıdır.

Sempozyumun “İnternet ve Kişisel Verilerin Korunması” başlıklı ikinci oturumunda söz alan Kişisel Verileri Koruma Kurumu Başkanı Prof. Dr. Faruk Bilir, Türkiye’de kişisel verilerin yolculuğunun 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’yla başladığını, 135. madde ve devamı maddelerinde bir suç kategorisi oluşturulduğunu; kişisel verilerin korunmasıyla ilgili miladın ise 2017 yılındaki Anayasa değişikliği olduğunu belirterek Anayasa’nın 20. maddesine kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı eklendiğini hatırlattı.

Kişisel Verileri Koruma Kanunu’nun 33 maddeden oluşan çerçeve kanun özelliği taşıdığının altını çizeren Prof. Dr. Bilir, bu maddelerin yorumunun hem Yargı hem Kişisel Verileri Koruma Kurumu’nun verdiği kararlarla aydınlığa kavuşabileceğini dile getirdi.

“Kişisel verilerin korunması hakkından anlamamız gereken kişinin bizatihi kendisinin korunmasıdır.” diyen Bilir, “Burada amaç kişinin kendisinin korunması, araç  ise kişisel verilerin korunmasıdır. Avrupa’daki yaklaşım da bu şekildedir. Kanun yürürlüğe girdikten sonra 9546 sayılı direktifin esas alınması bu kanunla ilgili tartışmaları da sona erdirmiştir.” şeklinde konuştu.

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun amacına bakıldığında bu kanunun niçin çıkarıldığının, bu kanunla ne yapılmak istendiğinin son derece açık bir şekilde ifade edildiğine dikkat çeken Bilir, KVKK’nın iki temel amacı şu sözlerle dile getirdi:

“Birincisi kişisel verilerin işlenmesi sırasında temel hak ve özgürlüklerin korunması. İkincisi olarak da Türkiye’de kişisel verilerin korunmasını belli esas ve usullere bağlayarak bu konunun disipline altına alınması.”

Kişisel verilerin korunmasında Türkiye, Avrupa’ya göre geç mi kaldı?

“Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı diğer ülkelerle karşılaştırıldığında neden 2016 yılı? Neden 2008 veya 2000’li yılların başı değil diye düşünülebilir.” diyen Prof. Dr. Bilir, bu konuya şu sözlerle açıklık getirdi:

“Aslında bu kanunun tasarısı 2000’li yıllarda başlıyor taslak olarak sürekli Meclis’e geliyor ama bu sürenin, zamanın ruhunun 2016 olduğunu görüyoruz. Bu konuda geç kaldığımızı da düşünmüyorum. Çünkü bazı ülkelerle karşılaştırdığımız zaman her ne kadar 2010 yılı geç görünse de kişisel verilerin korunmasıyla ilgili düzenlemelerin  teknolojiyle daha yakın ilişki içinde olduğu ve teknolojideki gelişmelerin bu tür düzenlemelerin yapılmasını hızlandırdığını söyleyebiliriz.”

Kişisel Verileri Koruma Kanunu kimleri koruyor?

Kanunu koruma bakımından muhatabı, kişisel verileri işlenen gerçek kişiler. Kanunda bu açıkça düzenleniyor. Yararlanıcı diyebileceğimiz ya da koruma kapsamında sadece gerçek kişilerin bulunduğu bu kanunun kural olarak tüzel kişileri korumadığıını söylemek  mümkün. 

Gerçek kişilerin kişisel verileri kime karşı korunacak?

Aslında burada kişisel veri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin muhatap olduğunu söylüyor. Gerçek ve tüzel kişiler bakımından da kamu kurumlarıyla özel hukuk tüzel kişiler arasında da kanunun uygulanması bakımından herhangi bir ayrım yapmıyor.

Bu gerçek ve tüzel kişiler hangi veriler bakımından sorumludur?

Otomatik olmayan yollarla veri işlemede belli kriterlerin olması gerektiğini kanun düzenliyor. Manuel veri işlemede bir veri kayıt sisteminin olması gerektiğini söylüyor.

Kişisel Veri kavramının tanımını da yapan Bilir:

“Kimliği belirli ya da belirlenebilir bir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi. Kişiyi doğrudan ya da dolaylı tanımlayan her türlü bilgi kişisel bilgi.” şeklinde kişisel veri kavramını tanımlayan Bilir, “neler kişisel veri olmaz denildiğinde geriye  çok az şey kalmaktadır. Eğer ortada bir kişi varsa ona ait her türlü bilgi.” açıklamasında bulundu.

“Bizden birtakım verilerimizi istemekteler. Biz de o verileri açık rızamızla veriyoruz. Bundan sonra aslında şunu düşünmemiz lazım hem işleyen hem verisi işlenen taraf açısından. Bu amaç için bu veriler gerekli mi ölçülü mü bakmak gerekiyor. Aslında veriyi işleyen açısından bu gereksiz verilerin bir yük teşkil edeceğini de söylemek mümkündür.” diyen Bilir, veri sorumlusu, veri işleyen gibi kavramların da hukuk literatürüne yeni girdiğini ve bu kavramların zamanla oturacağını dile getirdi.

Bilir, “Bir şirkette veya kamu kurumunda veri sorumlusu kim?” sorusunun cevabının da “Kamu kurumunun, şirketin kendisi yani tüzel kişiliği veri sorumlusudur. Şirketteki bir yetkili değildir.” şeklinde olduğunun altını çizdi.

Toplam gelirinin yüzde 98.5’i reklamdan 

Türk-Alman Üniversitesi Medeni Hukuk Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mesut Serdar Çekin “Veri Temelli Ekonomi Çağında Bir Temel Hak Olarak Kişisel Verilerin Korunması” konulu bir sunum yaptı. Çekin konuşmasına 5 büyük teknoloji devinin ekonomik verilerinden örnekler vererek “2018 yılının verilerine bakacak olursak Dünya’daki en büyük beş sosyal medya şirketi Facebook, Apple, Microsoft, Amazon ve Alphabet’in toplam gelirleri dünyanın en büyük 19. ekonomisine eşdeğer. Bu şirketler başlı başına bir çok devletin ekonomik gücünden daha etkili bir pozisyona sahipler. Peki bu şirketler paralarını nasıl kazanıyorlar? Facebook’un 55 milyar dolarlık gelirinin yüzde 98.5’ini reklamlardan elde ediyor. Bu reklamlarda kişiselleştirilmiş reklamlar. Benzer şekilde Google’a bağlı şirket olan Alphabet’in 136 milyar dolarlık gelirinin yüzde 85’i salt reklam üzerinden gelir elde ediliyor. Bu reklamlar nasıl kişiselleştiriliyor? Bizim kişisel verilerimizi işlemek kaydıyla bu gelirler elde ediliyor. Bunun üzerinden reklam faaliyetleri gerçekleşiyor. Google ve benzeri pek çok site ve uygulamaları bu yüzden ücretsiz.

İş burada bitmiyor tabi. Sorunlar açısından ele alacak olursak dikey ilişki yani devletle birey arasındaki ilişkiye baktığımızda kanun koyucu yasama ve yürütme erki mutlaka bir takdir alanına sahip. Kanun koyucunun zaten kanun yaparken takdir alanı söz konusu. Bizimde anayasamızın 20. maddesinin 3. fıkrasına eklenen hükümle bir temel hak olarak kişisel veriler korunuyor. Kanun koyucunun yapacağı anayasa anayasa normlarının altındaki normlar şeklinde gerçekleştireceği düzenlemelerde elbetteki bir takdir alanı söz konusu olacaktır. Kişisel verilerin korunması hakkı; teşebbüs hürriyeti, mülkiyet hakkı veya ifade özgürlüğüyle başka temel hak ve özgürlüklerle çatışabilecek” dedi. 

Toplumsal olaylarda katkısı büyük

Sunumuna güncel örnekler vererek devam eden Çekin “Birkaç çarpıcı örnek vermek gerekirse Facebook pek çok insan için sosyalleşme platformu oldu. Hatta bu gündelik hayatta yaptıklarımızı paylaşmaktan çok toplumsal olaylarda önemli katkısı oldu. Özellikle Mısır ihtilali döneminde ve Myanmar’da yaşanan olaylarda ciddi rol oynadığı belirtiliyor. Myanmar’da etnik temizlik gerçekleştirildi. Maalesef yüzbinlerce masum insan katledildi. Budist halka ‘Müslümanlara karşı düşünceniz nedir?’ diye sorulduğunda budistler ‘Onlar teröristtir’ diyor. Bu bilgiyi nereden aldınız diye sorulduğunda Facebook’tan diyorlar. Facebook burada bir nevi haber kaynağı ya da haber kanalı görevi görüyor. 

Olay sadece bireyde kalmıyor. Bireyin kişisel verisinde de kalmıyor. Bunun toplumsal boyutu da var. Google ya da Twitter örneklerine baktığımız zaman Google’da kişiye özel arama sonuçları algoritmaları vardı. Şuan mevcut mu bilmiyorum. Mısır ve Egypt kelimeleri ayrı ayrı aratıldığında Egypt aramasında turistik, tarihi bilgiler yer alırken Mısır kelimesi aratıldığında siyasi gelişmeler hakkında bilgiler karşımıza çıkıyordu. Dolayısıyla bilginin manipüle edilmesi sorunu da ortaya çıkabiliyor” şeklinde konuştu. 

Uber, kullanıcıların şarj bilgilerine ulaşıyordu

Kişisel verilerin kullanımıyla ilgili Uber örneğini veren Çekin “Yatay ilişkideki sorunlarımız nelerdir? Ülkemizde yasaklanan Uber örneğinden hareket edelim. Kişisel verilerle ne alakası var diyeceksiniz. Bir dönem kullanıcıların telefonlarının şarjına ulaştığı tespit ediliyor. Şarjınız azaldıysa size 5 liralık hizmeti 15 liraya sunuyordu. Bunun sebebi ne peki? Telefonunuzun şarjının bitmesiyle acil olarak bir taksiye muhtaç olmanız. Sizin o anki hal ve durumunuzdan istifade etmiş oluyor bu yazılım.Kişisel veriler üzerinden insanların zorda olduğu anlaşılıyor ve bu çok güzel bir şekilde sömürülebiliyor. Burada devlet nasıl müdahale etmeli? Bu doğrudan birey birey ilişkisi. Facebook ve Twitter’a bakacak olursak kişiler hakkında haklı haksız bilgiler paylaşılıyor. Öğleden önceki oturumda paylaştığım bir tweet, başka bir kişinin hakkını ihlal ettiğim sebebiyle Twitter tarafından kaldırılıyor. Buradan hareketle Twitter anayasa yargıçlığı yerine mi koyuyor kendisini? Güncel gelişmelerden hareket edecek olursak pek çok devletten daha güçlü ve istihbarata sahip bu teknoloji devleri Temel hak ve özgürlüklere doğrudan bağlı olabilirler mi?” ifadelerini kullandı.

Doç. Dr. Mesut Serdar Çekin sunumunun öneriler bölümünde bu konu hakkında tavsiyelerde bulundu. Çekin “Kişisel verilerin korunması ve temel hak ve özgürlüklerin makul bir dengeye oturtulması lazım. Bunu yaparken çatışan menfaatler azaltılmalı.Bu makul dengeyi kurarken negatif yükümlülükler açısından ölçülülük ilkesinin, pozitif yükümlülükler açısından ikincillik ilkesinin esas alınması gerektiği savunulmakta. Bu ne anlama geliyor? Yasama,yürütme, yargı bireyin kişisel verilerinin korunması temel hak ve özgürlüğüne müdahale edecekse ölçülülük ilkesi dikkate alınsın. Ancak sadece amaca hizmet edecek doğrultuda müdahalede bulunsun. Aksi takdirde bireyin temel hak ve özgürlüğüne müdahale edilmesin. Pozitif yükümlülük açısından genel yaklaşım tarzı ikincillik ilkesinde birey, kendi başına temel hak ve özgürlüğünü savunabilecekse devletin müdahalesine gerek yoktur. Ancak bireyin çaresiz kaldığı durumlarda devlete ihtiyaç duyulacaktır. 

Peki yatay etki ne olacak? Bireyi birey karşısında nasıl, ne kadar, hangi yöntemle koruyabileceğiz? Burada iki yöntem söz konusu. Biri dolaylı yatay etki modeli diğeri koruma yükümlülükleri.Burada olaylı bireylerin doğrudan temel hak ve özgürlüklerin muhatabı olamayacağı söylenir. Bunun yerine anayasa normlarının altındaki normlar genel hükümler sevk edildiyse bu hükümler üzerinden temel hak ve özgürlükleri dikkate alabiliriz. K.V.K.K. özelinde gereklilik sözleşmenin ifası meşru menfaat, bilim özgürlüğü, ifade özgürlüğü, uygun güvenlik düzeyi gibi unsurlarımız var. Bütün bu hükümleri somut bir olaya uygularken  anayasadaki hükümleri dikkate almamız gerekir.” diye konuştu.

Çatışan menfaatler dengelenmeli

Mesut Serdar Çekin konuşmasının devamında “Koruma yükümlülüklerine baktığımızda ise birey, temel hak ve özgürlüklere doğrudan da muhatap olabilir. Ama negatiflikler söz konusuysa ölçülülük ilkesi dikkate alınmalı. Çatışan menfaatler dengelenmelidir.Pozitif yükümlülükler söz konusuysa birey kendisini koruyabilecekse burada yasama, yürütme, yargı erkinin müdahalesine gerek duymayacaktır. 

Kişisel verilerin korunması kıta avrupasında bireyin bir unsuru olarak değerlendirilmekte. Kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olarak değerlendirilmekte. Anglosakson kültüründe ise daha çok ticari bir varlık olarak ta değerlendirilmekte. Teknoloji devleri ABD menşeili olduğu için o kültürün Avrupa Birliği’ni ve bizede yansımasını her geçen gün görebiliyoruz. Çatışmaları görebiliyoruz. Yasama, yürütme, Anayasa Mahkemesi ve diğer yargı mensupları biz burada nasıl bir yöntem izlemeliyiz?” dedi.

Yapay zekanın hammaddesi veridir 

Çekin konuşmasını “Gelişen teknolojide veri, yapay zekanın hammaddesidir. Biz bunu kısıtlayacak mıyız? Yoksa pazarı kendisine bırakıp kamu düzeninin sarsılmasına neden olabilecek liberal bir yol mu izlemeliyiz? Bunun kararı salt bir hukukçunun yapabileceği bir şey değildir. İktisadi açıdan da çağımızın en kritik sorunlarından biridir. Multi disipliner bir çalışma mutlaka olacaktır. Kişilik mi ekonomik değerler mi? Yoksa bu ikisi arasında bir makul bir denge mi kuracağız? Bu sorulara cevap aramak zorundayız. Aksi takdirde şefkatli bir baba gibi bireyi korumaya yönelik yöntem söz konusu olursa veri temelli ekonomiden istifade edememiş olacağız. Diğer taraftan bireylerin manipüle edilmesine ve geleceklerinin tehlikeye atılmasına mahrem bilgilerinin paylaşılmasına müsaade etmiş olacağız.” diyerek tamamladı.

Haber güncellenmektedir.