Av. Kardelen Yarlı: Örselenmiş kadın sendromu, hukuk literatürüne girmeli

Haber: Taha Ahmet Özel

Türk hukukunda henüz bir karşılığı olmasa da, kadınların uğradığı hak ihlallerinin ve mağduriyetlerin temelinde çoğunlukla örselenmiş kadın sendromu yatıyor. İstanbul Barosu Çocuk ve Kadın Hakları Merkezi Üyesi Avukat Kardelen Yarlı’ya gerçek hayatta ağır bir karşılığı olan ancak hâlâ hukuki karşılığı bulunmayan örselenmiş kadın sendromunun ayrıntılarını sorduk: 

Örselenmiş kadın sendromu dediğimiz sendrom aslında henüz Türk hukukunda yer bulabilmiş, içtihat haline gelmiş bir sendrom değil. Hukuki bir karşılığı da bu yüzden yok. Biz psikoloji ya da psikiyatri literatüründe var olan halini kullanıyoruz. Hukuki metinlerde kullanılmasını da talep ediyoruz. Şu an Amerikan kaynaklı bir sendromdan bahsettiğimiz için orada tespit edildiği ve yargı kararlarında kullanılmaya başlandığı için onların kaynaklarından yararlanabiliyoruz.

Sistematik partner şiddeti kadınların çoğunda örselenmiş kadın sendromuna yol açabilir

Aslında bunun psikolojik tanımı bir kadının partneri tarafından -Bu resmi nikâhlı, dini nikâhlı eşi olabilir. Arasında sadece duygusal, fiziksel ilişki bulunan bir partneri olabilir.- düzenli bir biçimde sistematik olarak kadına zarar vermek için partner tarafından  ona uygulanan fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik her türlü şiddeti barındıran bir sendromun getirdiği düzendir.

Diyelim ki partnerim tarafından düzenli olarak şiddete uğruyorum. Bu şiddetin sistematik ve düzenli olması lazım. Bunun sonunda bende bir tahribat yaratılmış oluyor. Çünkü ben o kadar uzun zaman sistematik bir biçimde şiddet görüyor oluyorum ki bir noktadan sonra benim psikolojimde de ruhsal ve fiziksel sağlığımda da  yaralar açmaya başlıyor. Ben aslında manevi anlamda örselenmeye başlıyorum. Bu da bende bir sendroma yol açıyor. Çünkü çok uzun zaman boyunca bana karşı eziyet suçu işlenmiş oluyor ve ben bu eziyet suçunun tesiri altında artık sağlıklı normal bir psikolojiye sahip olamayabiliyorum. Biz bu psikolojideki kadınların genelde örselenmiş kadın sendromu yaşadığını düşünüyoruz ve bu kanaati savunuyoruz. Tabii ki her kadın yüzde yüz bu sendromu yaşıyor ya da bu sendromun semptomlarını gösteriyor diyemeyiz. Bu zaten çok farklı bir alan. Psikoloji ve psikiyatrinin alanı. Ama çok uzun süre partnerinden düzenli olarak sistematik bir şekilde şiddet gören kadınların birçoğunda uzun vadede biz bu sendromun oluştuğunu ve farklı semptomlar gösterdiğini biliyoruz ve görüyoruz. Bu daha ziyade psikolojik yorum. Hukuki olarak henüz bir tanım yok. Çünkü yasalarımızda, içtihatlarımızda henüz kullanılmaya başlanan bir terim ya da kavram değil. Kabul edilen bir kavram da değil. 

“Örselenmiş Kadın Sendromu”nu Yargıtay kararlarına sokmaya çalışıyoruz

Örselenmiş kadın sendromunun Amerikan hukuk sisteminde yeni yeni yer etmeye başladığına ancak Türkiye dahil birçok ülkenin hukuk sisteminde kendine yer bulamadığına dikkat çeken Av. Yarlı, kadın hak savunucularının, söz konusu sendromun yasa düzenlemelerine girmesi için ısrarcı olduğunun altını çizdi.

Bu bahsettiğimiz sendrom aslında Amerikan hukukunda da daha yeni sayılabilecek bir düzeyde ve düzlemde kullanılıyor. Bu 100 yıllık bir içtihat olup bize yeni gelen bir şey değil. Bizim hukukumuzda hiç yeri yok. Ama birçok ülkenin hukukunda, pratiğinde ve uygulamasında da yeri yok. Yeni yeni psikoloji ya da psikiyatri literatüründe, adli tıpta, kadın haklarında, feminizm tartışmasında ya da hukuki düzlemde akademide tartışılmaya başlanan kabul edilmeye başlanan bir kavram. Bu yüzden bizim hukuki düzenlemelerimizde bu sendromun resmî olarak bir yeri yok. Fakat Yargıtay tam olarak bu sendroma atıf yapmasa da bazı kadınların içinde bulunduğu ruh halinden dolayı mağdur olan erkeği öldürdükleri ya da öldürmeye teşebbüs ettiklerine yönelik birkaç Yargıtay kararı var, çok eski tarihli olmamakla birlikte.

Bizim yapmaya çalıştığımız bu Yargıtay kararlarına örselenmiş kadın sendromunu adıyla bunu sokabilmek. Bunu belki bir cezayı hafifleten, meşru müdafa kapsamında veya özel kusuru azaltan bir sebep olarak gösterilebilecek bir düzenlemeye sokabilmek ve hangi kadınlar bundan muzdarip, bunun etkisi altında suç işlemeye meylediyorlar? Bunları biraz daha görebilmek ve çalışabilmek istiyoruz. O yüzden de son dönemde bu sendrom hem kadın hakları alanında çalışan meslek mensupları tarafından hem tıbbiyede hem psikoloji literatüründe çokça tartışılmaya başlandı. Tabii ki bizim ülkemizde henüz bebek adımları atılıyor. Bu sendromun bizim hukukumuzda henüz yeri olmadığı için kararlarda ya da savunmalarda direkt bu sendroma atıflar yapılamıyor. Bu sendromla ilgili inceleme talep edilemiyor. Ama bu yapılmayacağı bunun önünün kapalı olduğu anlamına da gelmez. Bunu biraz tartışmaya açmak lazım ki ileride buna yönelik içtihatlar oluşsun. Bu yönde hukuki kavramları biz yasa düzenlemelerine sokabilelim. Şu an ki kadın hak savunucularının en büyük çalışmalarından biri bu. Diğeri de ısrarlı takibin Türk Ceza Kanunu’na suç olarak girmesi. Bu şekilde kadınlara düzenli olarak uygulanan eziyetin savcılıklara şikâyet edildiğinde eziyet suçu adı altında değerlendirilebiliyor ve bu konuyla ilgili ceza davası açılıyor olması, tehdite, hakarete, basit yaralamaya sokulmuyor olması. Bu anlamda birçok hukuki savaşımız da var ve devam edecek. 

Yasa koyucu da uygulayıcı da örselenmiş kadın sendromunun varlığının farkında

Örselenmiş kadın sendromunun hukuk literatürüne yerleşebilmesinin yolunun yasa yapıcıların bu kavramı kabul etmesi ve tanımasından geçtiğini belirten Yarlı, örselenmiş kadın sendromu tanımının Türk hukukunda tartışılmaya başlamasının özellikle mağdur kadınlar açısından sevindirici olduğunu ifade etti.

Bir şeyi literatüre sokabilmemiz veya onu yasalaştırabilmemiz için ya da hukuki metinlerde yer bulabilmesi için yasa yapıcı dediğimiz düzen tarafında o kavramın kabul edilebiliyor ve biliniyor olması lazım. Bu kavram hiç bilinmediği ve tanınmadığı için direkt olarak bu kavramla ilgili bir düzenleme yapalım, hukuki metin geliştirelim, yasa çıkartalım diyemiyoruz. Çünkü yasa çıkartacak olan bizler değiliz. Yasa çıkartacak olanlara bu kavramı anlatmamız, tanıtmamız, tartışmamız, hukukta bir yeri olup olmadığını, olacaksa nasıl olmalı gibi argümanları yürütmemiz lazım. Bir konsensus oluşturmamız lazım ki yarın bu kavramın hukuki içtihatları, hukuki düzenlemeleri için talepte bulunabilelim.

Şu an tartışmalar aslında yeni başladı. Yargıtay’ın bazı kararlarında direkt bu sendromun adı kullanılmasa da aslında fail olan kadının daha öncesinde mağdur olmasından kaynaklı sahip olduğu psikolojiden ötürü bu suçu işlediğine ya da teşebbüs ettiğine yönelik atıflar ve düzenlemeler var. Bu bizim açımızdan aslında umut verici bir gelişme. Burada şunu görüyoruz: Henüz sendrom bilinmese de adı tam olarak konulmasa da kadınların aslında çok farklı bir psikolojiyle normal ve sağlıklı olmayan bir psikolojiyle bu suça yöneldiklerine yasa uygulayıcılar da kanun koyucular da kabul edebilecek oluyorlar. Burada önemli olan şey akademinin bu tartışmayı, her zeminde sıkça yürütüyor olması, avukatların bu konuya çalışıp alanda, mahkemelerde, savunmalarda, pratiklerde ve eğitimlerde bu sendroma da yer vermeleri. Psikoloji, psikiyatri literatüründe daha fazla hekimin ya da klinik psikoloğun ya da alanda çalışan kadın haklarıyla ilgili çalışan akademisyenlerin alana yönelmesi ki bizim alanımızda elimizde daha fazla bilgi, belge oldukça biz bunu daha rahat talep edebiliyor olacağız.

Şu an bir bebek adımlarımız var. Ama hukukta yeri tartışılmaya başlandı. Bu güzel bir şey. Biz şu an artık şu tartışmaları yapıyoruz: Örselenmiş kadın sendromuna sahip bir mağdur kadından bahsettiğimizde bunu hukukta hangi kavram adı altında kullanabiliriz? Meşru müdafaaya sokabilir miyiz? Kusurluluğu azaltan bir neden diyebilir miyiz? Bu sendroma sahip bir kadının suçu işlediği sırada cezai ehliyeti ortadan kalkmış olabilir mi? Bunları tartışmaya başladık. Bunun da başlangıç için güzel bir adım olduğunu düşünüyorum.

Örselenmiş kadın sendromunu kendi kendimize tespit edemeyiz

Örselenmiş kadın sendromu çeşitli yollarla kanıtlansa bile takdirin yine mahkemede olduğunu vurgulayan Av. yarlı’ya göre söz konusu sendromun ispatında alanında uzman kişilere ve müvekkilin avukatına büyük görev düşüyor. 

Bu sendrom yasalarda ve hukuki düzenlemelerde henüz resmî olarak kusurluluğu azaltan sebep, meşru müdafaa hali, özel bir cezasızlık sebebi olarak geçmediği için biz bunu aslında kanıtlasak bile “Tamam bu kadında bu sendrom var. Bunun etkisi altında bu suçu işlemiş. O zaman beraat istiyoruz ya da meşru müdafaa durumu var.” diyemiyoruz. Konu yine mahkemenin takdirine kalıyor. Tabii ki mahkeme kendi vicdani kanaati, somut deliller, fiziksel durumuyla birlikte hepsini değerlendirerek bir karar veriyor. Ama bunu ispatlayabilmek bizim için neden önemli?

Biz burda aslında şunu söylüyoruz. Normalde bu suç işlenmeyecekken bu kadının maktül ya da fail tarafından aslında örselenmesi nedeniyle işlendiği için burada çokta normal olmayan bir psikoloji ve sağlıklı olmayan bir ruh hali var. Bu gözetilerek mutlaka hüküm kurulmalı. Çünkü buradaki denge normal bir yaralama, kasten öldürme ya da kasten öldürmeye teşebbüs davasından çok farklı bir dengeyi barındırıyor. Daha kompleks bir yapıyı barındırıyor. Bizim aslında söylemeye çalıştığımız şey bu.

Sendrom tartışılmaya başladığından beri şunu söylüyoruz: Biz bunu kendi kendimize tespit edemeyiz. Çünkü bu alanda bir hukukçu olarak yetkin değiliz. Bu bir klinik psikolog, uzman psikolog veya psikiyatrist yada kadın hakları alanında çalışan adli tıp uzmanı tarafından tespit edilmesi gereken bir husus. Sosyal hizmetler alanında çalışan biri de olabilir. Peki o zaman biz bunu nasıl sağlayacağız? Soruşturma ya da kovuşturma aşamasında müvekkilinizin gerçekten du durumda olduğunu düşünüyorsanız ya da bu yönde bir şüpheniz varsa mutlaka savcılıktan ya da mahkeme heyetinden müvekkilin ruh halinin değerlendirilmesiyle ilgili bilirkişi incelemesi isteyin. Bu devlet üniversiteleri hastanelerine başvuru olarak alınabilir. Eğitim ve araştırma hastanelerine gönderilebilir. İkna edebilirseniz adli tıpta ihtisas dairesine gönderilebilir. Ama bunun sadece bu kadının cezai ehliyeti var mı yok mu temiz kudreti var mı yok mu anlamında sorgulanması değil. Bu kadının cezai ehliyeti olabilir. Evet. Ama bu kadın cezai ehliyeti ortadan kaldıracak ya da azaltacak etkiye sahip bir sendromun altında da bu suçu işlemiş olabilir. Ben o zaman bunun da ayrıca değerlendirilmesini istiyorum diyerek bu kadında sendrom emaresinin olup olmadığı daha önceki ilişki örüntüsü, öldürdüğü, öldürmeye çalıştığı ya da yaraladığı partneriyle ona zarar veren kişiyle ilişkisi, kadın daha önce o kişiye şiddetle ilgili başvuru yapıp yapmadığı, adli, idari merciilere gidip gitmediği, aralarında şiddetle ya da şiddete dayalı boşanmayla ilgili davanın görülüp görülmediği gibi kendi şiddet örüntülerini de alabilecek ve bu süreci daha objektif değerlendirebilecek bir bilirkişi incelemesinden uzman görüşünden mutlaka kadının geçirilmesi gerekiyor.

İkinci olarak bu kadın bir psikolog ya da terapistten özel bir destek alıyorsa onu tanık olarak biz dinletebilir veya onun yazılı imzalı beyanını uzman görüşü olarak bu konuda sunabiliriz. Psikiyatrist kontrolünde daha önce yaşadığı olaylar ve şiddet döngüsüyle ilgili ilaç kullanıyorsa bu ilaçların reçetelerini sunabiliriz. İlaçları yazan hekime uzman görüşü adı altında delil olarak dinleterek sözlü beyanını sunabiliriz. Bunlar yapabileceğimiz şeyler. Çünkü bu bizim tespit edebileceğimiz veya mahkemenin ‘Sen bu sendromdan muzdaripsin ya da değilsin’ diyebileceği bir konu değil. Bu konuyla ilgili mutlaka alanda çalışan kadına yönelik şiddet vakalarına bakan birçok kadınla temasta olan bu konuyla ilgili ihtisaslaşmış psikiyatristlerden, klinik psikologlardan ya da sosyal hizmet görevlilerinden destek alınması gerekiyor diye düşünüyorum. 

Örselenmiş kadın sendromu vakalarının çoğunda duygusal ya da sözel şiddet var

Peki Whatsapp gibi anlık mesajlaşma uygulamaları yoluyla yapılan, siber zorbalık, siber şiddet eylemleri aynı zamanda örselenmiş kadın sendromu örneğidir denebilir mi?

Kesinlikle diyebiliriz. Çünkü örselenmiş kadın sendromunda sadece bir fiziksel şiddetten bahsetmiyoruz. Biz şunu söylüyoruz: Bu kadınlar aslında düzenli olarak çok uzun bir zamandır öldürmeye ya da teşebbüs ettikleri kişiler tarafından şiddetin bir ya da birden fazla türüne maruz kalıyor olabiliyor. Şiddetin her türü de olabilir. Tek bir türü de olabilir. Kişi çok uzun zamandır fiziksel şiddet görebilir. Hiç fiziksel şiddet görmeyip ama whatsapp konuşmaları, mesajlar, mailler dediğimiz sözel şiddeti görüyor olabilir. Tehdit, hakaret aşağılama gibi. Bu aynı zamanda psikolojik şiddetle de çok büyük bir kesişim yaşıyor. Bunları hiç yaşamayıp çok ağır cinsel şiddete maruz kalıyor olabilir. Bunların hepsinin bir arada olduğu bir ilişki yaşıyordur. Bizim için örselenmiş kadın sendromunda illaki şu şiddet türleri, tek bir şiddet türü veya tüm şiddet türleri olacak diye bir şey yok. Kadının öldürmeye, yaralamaya o suçu işlemeye teşvik edilen kişi tarafından çok uzun bir süre şiddete maruz bırakılması ve sistematik olarak bilinçli bir şekilde yapılıyor olması. Yani ben kadını hiç dövmeyebilirim. Fakat senelerce hakaret etmiş ve aşağılamışımdır. Duygusal şiddet uygulamışımdır. Sevgimi göstermemiş ve ihmal etmişimdir. Manipüle etmişimdir. Ben o zaman ‘Ama bu fiziksel şiddete girmiyor. O zaman sen örselenmiş kadın sendromuna sahipsin’ diyebilir miyim? Hayır diyemeyiz. Bu da aslında bir şiddet. Sözel ve psikolojik şiddet çoğu zaman etkileri daha ağır ve yakıcı olan daha çok uzun vadede görülen bir şiddet türü.

O yüzden şunu mutlaka bilelim. Örselenmiş kadın sendromu vakalarının birçoğunda duygusal şiddet ya da sözel şiddet var. Yok diyemeyiz. Vakaların çoğunda fiziksel ya da cinsel şiddet aslında onun yanında geliyor. İkincil ya da üçüncül olarak geliyor. Sözel ya da psikolojik şiddeti kanıtlamak her zaman daha zor olduğu için o vakada bir psikolojik ya da sözel şiddet olup olmadığını tespit etmek her zaman kolay olmuyor. Fiziksel ya da cinsel şiddet daha görünür olduğu için zaman zaman sadece dayak yiyormuş veya tecavüze zorlanıyormuş gibi düşünebiliyoruz. Ama genelde bu vakaların bir çoğunun arka planında fiziksel ve cinsel şiddeti görüyoruz. Bunun olması da aynı zamanda örselenmiş kadın sendromuna çıkarıyor oluyor ne yazık ki. 

Sırf kadın olduğumuz için korunmak istemiyoruz

Kardelen Yarlı’ya, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü dolayısıyla duygularını sorduk. Kadınların var olma çabasının değerli olduğunu dile getiren Yarlı, kadın haklarıyla ilgili mücadele için “yol uzun, zafer zorlu” değerlendirmesinde bulundu.

8 Mart bizim için çok önemli bir gün. Aslında 8 Mart gibi bir günün dünyada olmamasını dilerdim. Kadınlara özel bir gün verme ihtiyacı hissetmeyeceğimiz bir dünyada olmamızı dilerdim. Zaten bütün çabamız bu yüzden. Biz kadınlar olarak korunmak istemiyoruz. Kadınlar olarak korunma ihtiyacı duymayacağımız bir dünya istiyoruz. Ekstra bir saygı, nezaket, korunma istemiyoruz. Bizde erkekler gibi rahatça hayatımızı sürebilmek istiyoruz. Erkekler tarafından korunma ihtiyacının yaratılmadığı bir dünya istiyoruz. 8 Mart bizim için bu yüzden önemli. Her kadının verdiği mücadele değerli. Her kadın aynı mücadeleyi vermiyor. Ama aynı şey için mücadele ediyor. O yüzden ben kadınların yaşadığı hiçbir şeyi aşağılayamam, küçümseyemem. Senin derdin daha büyük daha önemsiz, daha sonra konuşalım diyemem.

Bütün kadınların var olma mücadeleleri benim için çok kıymetli ve değerli. Çünkü bende aynı var olma mücadelesini bu dünyada veriyorum ve ölene kadar da vermeye devam edeceğim. Tabii ki yol uzun. Mücadele, zafer zorlu. Ama bu bizi hiçbir zaman yıldırmayacak. Biz ölsek bile bizim kız çocuklarımız geçiyor olacak. Bu yüzden ünlü feminist Maya Angelou’nun sözüyle konuşmamı sonlandırmak istiyorum: Ne zaman ki bir kadın kendisi için ayağa kalkar, aslında bütün kadınlar için ayağa kalkmış demektir. İnşallah günün sonunda kazanan biz olacağız.