Haber: Taha Ahmet Özel
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabulünün üzerinden 72 yıl geçti. Dünya, 10 Aralık 1948 tarihinden itibaren bu yana 10 Aralık’ı “İnsan Hakları Günü” farkındalığıyla kutluyor. Ancak bireyler, toplumlar ve devletler açısından insan hakları konusunda ne kadar bilinçlenme yaşanmakta? Bu ve birçok soruyu Kocaeli Barosu İnsan Hakları Komisyonu Sekreteri Avukat Büşra Özdemir’e sorduk.
Haklarımızı Korumakta Sıkıntı Yaşıyoruz
İnsan haklarıyla ilgili ulusal ve uluslararası birçok yasal düzenleme yapılıyor. Görünürde kadın haklarından mülteci haklarına kadar kamuoyunca ya da devletler düzeyinde bir farkındalık, bilinç oluşuyor gibi. Sizce insan hakları açısından dünya her geçen gün daha mı iyiye yoksa daha mı kötüye gidiyor?
İnsan hakları; hiçbir kimliğe bağlı olmaksızın yalnızca insan olmamız sebebiyle sahip olduğumuz dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez, evrensel haklardır. Magna Carta’dan,Yurttaş Hakları Bildirgesi’nden, toplum sözleşmelerinden bugüne insanlık, tarih boyunca bu hakların kazanılması, korunması ve geliştirilmesi yolunda mücadele vermiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası insan hakları noktasında dünyada önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak yıllar geçtikçe kazanımların doğru orantıda arttığını söylemek mümkün olmayacaktır. Günümüzde hâlâ aşama kaydedemediğimiz pek çok alan mevcut. Halen başka topraklardaki insanların yaşam hakkı, mülkiyet hakkı ellerinden alınıyor, düşünce ve ifadeleri nedeniyle özgürlükleri kısıtlanıyor, salt cinsiyetleri, cinsel eğilimleri, etnik kökenleri, dilleri, dinleri yahut siyasi görüşleri nedeniyle insanlar ötekileştiriliyor, temel hakları ihlal ediliyor. Yine değişen dünya ile hak ihlallerine farklı zeminler oluşuyor, kişilik haklarını ihlal eden siber suçlar, uluslararası alanda çevre hakkının ihlali her geçen gün artıyor. Zamanla kazandığımız haklarımızı koruma noktasında da sıkıntı yaşayabiliyoruz. En basitinden günümüzde yakın zamanda İstanbul Sözleşmesi’ne, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne taraf olmaktan çekilme konusu gündeme gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddete ve aile içi şiddete karşı önlem almayı, şiddet mağdurunu korumayı ve şiddet olayı sonucu yaptırımı kapsamaktadır. Bu sözleşme, kadın hakkı ihlalleri sonucu bir mücadelenin ürünüdür. Yıllar sonra bu kazanımın tekrar tartışılması geriye dönüşün açık göstergesidir. Özetle tarih boyunca gerek ülkemizde gerek dünyada insan hakları noktasında birçok mücadele verilmiş, gelişme gösterilmiştir. Fakat gerek hakların kazanılması gerekse korunması noktasında yeterince başarılı olduğumuzu söylemek mümkün değil.
En Çok Yaşam Hakkı İhlal Ediliyor
Avukat Büşra Özdemir’e göre dünyadaki en önemli insan hak ihlali nedir?
En temel hak olan yaşam hakkı ihlali diyebilirim. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve pek çok sözleşme ve protokol ile güvence altına alınan yaşam hakkı, birçok sebeple hatta sebepsizce ihlal edilmekte. Dünyada insanlar dini inançları, cinsel yönelimleri, cinsiyetleri, etnik kimlikleri sebep gösterilerek, ülkelerin yasalarında cezai yaptırım olarak düzenlenerek yaşam hakları ellerinden alınıyor. Yine ne yazık ki bireysel ihlaller dışında terörizm, silahlı çatışmalar, gözaltında ölümler gibi oldukça trajik, meşru gerekçeler oluşturulmaya çalışılan, devletler eliyle gerçekleşen yaşam hakkı ihlalleri de mevcut.
En Çok Açılan İfade Özgürlüğü Davaları Oluyor
Ülkemizde en çok açılan hak ihlali davaları nelerdir?
Ülkemizde ifade hürriyeti ve toplanma özgürlüklerinin önünde ciddi engellerin olduğunu düşünüyorum. Toplumumuzda azınlık durumda olan ötekileştiriliyor. Ötekileştirilen hak ihlaline uğruyor. Ülkemizde her türlü ihlalin altında baskın olanın haklı olduğu inancında yattığına inanıyorum. Türkiye’de her geçen gün otoriterleşmeyle birlikte gerek ideolojik gerek sosyal alanda, her anlamda hürriyetler sınırlandırılmakta. Resmi verileri net olarak bilmemekle beraber gerek iç hukukta gerekse AİHM karnemize baktığımızda ülkemizde en çok açılan hak ihlali davalarından birinin ifade özgürlüğü noktasında toplandığını söyleyebilirim.
Düzenlemeler Başarılı, Uygulamalar Yetersiz
1982 Anayasası temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik sahip olduğu düzenlemelerde sizce ne düzeyde başarılı?
1982 Anayasası asli kurucu iktidar eliyle oluşturulmuş, sert, katı bir Anayasadır. Ancak Anayasa değişiklikleriyle temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik ciddi adımlar atılmıştır. Her şeyden önce 1982 Anayasası’nın ilk halinde hakların sınırlandırılması bakımından genel ve özel sınırlandırma sebepleri bulunmaktaydı. Anayasa ile tanınan haklar, yine Anayasa ile kullanılamaz hale getirilmekteydi. Genel sınırlama sebepleri soyut, içeriği belirsiz sınırlandırmalar olup, keyfi hak ihlallerine zemin oluşturmaktaydı. Yapılan değişiklikler sonrası yalnızca o hakka ilişkin özel sınırlandırma sebepleri mevcut olup mevzuatta temel hak ve özgürlükler bakımından son derece başarılı bir gelişmedir. Yine 1982 Anayasası’nda 2010 Anayasa değişikliği ile bireysel başvuru hakkı tanınmış, ihlallere karşı hak aramanın önü açılmıştır. Tabi düzenleme aşamasındaki olumlu gelişmelerin uygulama aşamasında da aynı başarıyı gösterdiğinden bahsetmek pek mümkün değil. Gerek AİHM karnemiz, gerekse tartışmış olduğumuz, kadın cinayetleri, LGBTİ bireylere yönelik ihlaller, ırkçı ve etnik ihlaller, nefret söylemleri. Birçok ihlal her gün haber manşetlerinde gündelik yaşantımızın bir parçası olmaya devam ediyor. Uygulanamayan bir Anayasa maddesinin ne düzeyde başarılı olduğu tartışılır. Yine ülkemizde yargıya güven konusunda toplumda ciddi problemler mevcut. Bu durum dahi temel hak ve özgürlüklerin korunması noktasında ciddi sıkıntılarımız olduğunu gösteriyor.
Bildirge, Devlete Ödevler Yüklemekte
Birleşmiş Milletler’in kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin tam olarak uygulanabilmesi pratikte ne kadar mümkün?
72. yıl dönümünü kutladığımız pek çok devletin anayasasına kaynaklık eden İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, devletin ve kanunların üstünde haklar tanımaktadır. Bu hakların pek çok kısmı devlete ödevler yüklemektedir. Bu nedenle bildirgenin tam uygulanabilmesi için gerek devlet olarak gerekse bireyler olarak özünü ve ruhunu kavramamız gerekmektedir. Devletin insan haklarına dayalı bir düzene oturması gerekmektedir. Bunun için de toplumda ve devlette “önce insan” ve “hoşgörü” algısının yerleşmesi gerekiyor. Bildirgenin 1. Maddesi olan “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” ilkesinin tüm kurumlarca yerleşmesi gerekmektedir. Aksi takdirde her geçen gün evrensel hukuk normlarından uzaklaşılmaktadır. Toplum olarak farkındalığımızı korumak, devletin de bu perspektifte ödevlerini yerine getirmesi gerekmektedir. Yine devletlerin bu anlamda ulusal ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği içinde çalışmalarını sürdürmesi gerektiğini düşünüyorum. Farklılığın üstünlük olmadığı, insan haklarının her türlü etnik, sınıfsal, cinsel ve sosyal kimlikten bağımsız olarak salt insan olmanın getirdiği haklar olduğu algısının devlet ve toplumda oturduğu bir anlayışla bildirge, gerçek anlamda uygulama alanı bulacaktır. Umuyorum ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni ilerleyen zamanlarda ‘önce insan’ diyen bir devlet bakış açısıyla, otoriterleşmeden uzak, hoşgörülü, ötekileştirmeden, barış ve umut içinde kutlayacağız.