Millî irade ve demokrasi bilicinin gittikçe güçlendiği bir dönemde İstanbul 2 Nolu Barosunun düzenlediği “5. Darbe ile Mücadele Sempozyumu”nda sizlerle bir araya gelmekten, darbeler tarihinde yer alan 12 Eylül’le ilgili paylaşımda bulunmaktan onur duyduğumu ifade etmek isterim.
Cumhuriyet tarihindeki 1960 darbesi ve 1971 muhtırasından sonra ülkemizin maruz kaldığı siyasi istikrarsızlık ve terör belasının sarmalından kurtulamadan 12 Eylül darbesi ve vesayetiyle karşı karşıya kalınmıştır.
12 Eylül 1980 darbesi döneminde ülkemiz gençliği olarak (ki o dönem ben de 22 yaşında üniversiteli bir gençtim) vatanımız adına duyduğumuz kaygılarımızın ve yaşadıklarımızın hafızalardan silinmesi mümkün olmamıştır.
Emperyalizm ve yabancı akımların kaos ve kargaşasında içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya çalışılan o günün Türkiye’sinde ve 12 Eylül’e yakın zaman diliminde ortaya çıkan terör ortamında yüzlerce kişinin hayatını kaybetmesi, binlerce kişinin yaralanması, tarihe vahim bir tablo olarak kaydedilmiştir.
Öğrenim gördüğümüz İstanbul Üniversitesindeki öğrenci olayları ve hemen hemen tüm üniversitelerdeki işgal, boykot ve çatışmalar, bir türlü önlenemeyerek vahim boyutlara ulaşmış; okullar kapatılarak eğitim – öğretime ara verilmiştir.
Bankalar soyuluyor, insanlar kaçırılıyor; çatışma, grev ve gösterilerin ardı arkası kesilmiyor; Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da planlı hazırlanmış provokasyonlarla iç savaş görüntüsünü andıran acı tablolar yaşanıyordu.
Dışarıda Ermeni terör örgütü ASALA’nın hariciyecilerimize yönelik cinayetleri; içeride yokluk, yoksulluk ve ekonomik sıkıntıların dayanılmaz hâl alması; iflaslar, karaborsa ve enflasyon karşısında üretilmek istenen çare çerçevesinde IMF ve diğer kuruluşlara yapılan başvurularla Türkiye’nin âdeta teslim alınmak istenmesi; ülkenin her yanındaki bitmeyen terör ve işlenen cinayetler; Meclisteki ve siyasetteki istikrarsızlık “Nereye gidiyoruz?” sorusunu da beraberinde getirmiştir.
Tam bu sırada silahlı kuvvetlerimiz tarafından Sarıkamış’ta gerçekleştirilen kış tatbikatında Orgeneral Kenan Evren’in “Bu işi bize bıraksınlar, bir ayda bitiririz.” şeklindeki açıklaması şaşkınlıkla karşılanmıştır.
Bu, dikkat çekici olması yanında vahim bir açıklama olarak nitelendirilmiştir. Ne demek istenmiştir? Güvenlik tedbirleri, asker ve emniyet teşkilatının zaten görevi değil midir? Her türlü yetki verilmemiş midir? O sıralar Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Başbakanı tarafından “Yetki ise yetki, gerekirse her türlü imkân ve teçhizat, ne gerekiyorsa verelim, terörü bitirin.” sözü niçin karşılıksız bırakılmıştır?
O yıllarda okumaya çalıştığımız okullarımızdan kaldığımız öğrenci yurduna, öğrenci yurdundan okullarımıza endekslenip âdeta sabit bir güzergâh üzerinde günlük hayatımızı sürüp giderken millî ve manevi değerler üzerinden tavır belirlememiz; üniversiteli gençler olarak gençlik ve gelecek denkleminde sorumluluk almamız; özet olarak Türk milliyetçiliği fikri yanında millî – manevi değerlerle ülkücü dünya görüşünü benimsemiş olmamız; bizleri Marksist ve yasa dışı örgütlerin hedefi hâline getirmiştir.
Yıl 1980’i gösterirken her gün onlarca kişinin hayatını kaybetmesi yanında eski başbakanlardan Nihat Erim, Gümrük Bakanı ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok ile eşi ve kızının öldürülmesi, Milletvekili İlhan Egemen’in suikasta uğrayarak hayatını kaybetmesi, yaşanan Çorum olayları, sayısız soygunların gerçekleşmesi ve benzer olayların gittikçe vahamet arz etmesi biz genç kuşağın zihinlerinde derin izler bırakmıştır.
Darbe şartları adım adım izlenerek darbe planı devreye sokulmuştur. 16 Haziran 1980 tarihinde yapılan sıkıyönetim toplantısında gündeme dair konuların görüşülmesini takiben Başbakanın toplantıdan ayrılmasından sonra toplantıya devam edilerek, özel harekât planı görev zarfları dağıtılmış, harekâtın tarihi 11 Temmuz 1980 olarak belirlenmiştir.
Bu plan, Mecliste 3 Temmuz günü hükûmet hakkında yapılacak güven oylamasında hükûmetin güvenoyu alamayacağı ihtimaliyle yapılmış; bu ihtimal üzerinden güvenoyu alamayarak oluşacak hükûmet boşluğu ortamında gerçekleştirilecek bir darbenin daha doğru olacağı düşünülmüştür.
Beklenen olmamış, hükûmet güvenoyu almıştır. Güvenoyu almış hükûmete karşı darbe yapılması durumu yaratılmamak için 11 Temmuz olarak belirlenen harekâttan vazgeçilmiştir. Cuntacılar tarafından yıllar sonra açıklanan ve vahim olarak nitelenip tarihe kaydedilen o sözün gereği yani “şartların olgunlaşması” beklenmiştir.
Millî Selamet Partisi (MSP) tarafından düzenlenen 6 Eylül 1980 tarihli İsrail’in Kudüs’ü işgali protestosu temalı mitingin şeriat gösterisine dönüştürüldüğü iddiasıyla harekât planı hazırlanmış; harekâtın adı Bayrak Harekâtı, tarihi de 12 Eylül 1980 Cuma günü saat 04.00 olarak belirlenmiştir.
12 Eylül 1980 Cuma günü saat 04.00’te TRT spikeri tarafından okunan darbe bildirisiyle Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur.
Liderler gözaltına alınmış, partiler kapatılmış, sokağa çıkma yasağı ve ülkenin tamamında sıkıyönetim ilan edilmiştir. Gazeteler, günlerce kapalı tutulmuş; 400 gazeteci hakkında dava açılmış; filmler, kitaplar, toplantılar yasaklanmış; insanlar sakıncalı olarak fişlenerek kayıtlara geçirilmiştir. 30.000 kişi yurt dışına kaçarak sığınma talebinde bulunmuş, 300.000 kişiye sakıncalı olmaları sebebiyle pasaport verilmemiştir. 90 gün olan sorgu süreleri uzatılmış, yasa dışı örgüt mensupları ve yöneticileri yanında birçok mazlum ve masum ülkücülere yönelik tutuklamalar ardı ardına gerçekleştirilmiştir.
“Bir sağdan, bir soldan” denerek idam kararları imzalanmış, infazlar gerçekleştirilmiştir. Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karataş, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse, Halil Esendağ, Selçuk Duracık ile İsmet Şahin, cuntanın emri ve atılan imzalarla idam edilmiştir. Garip tecellidir ki idamın üzerinden birkaç saat geçmeden, suçun işlendiği tarihte Almanya’da olduğu anlaşılan Cevdet Karataş’ın dosyasına mahkeme heyetince “İdam infazı hataen gerçekleştirilmiştir.” şerhi düşülmüştür.
Darbenin ardından on binlerce dava açılmış, 650.000 kişi gözaltına alınmış, binlerce kişi işkenceden hayatını kaybetmiştir. Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından 29 Nisan 1981 tarih, 1980/7040 Esas, 1981/800 Karar nolu iddianameyle açılan MHP ve ülkücü kuruluşlar davası 6 yıl sürmüş, merhum Alparslan Türkeş başta olmak üzere, 587 kişi yargılanmış, 220 kişi hakkında idam talebinde bulunulmuştur. Cuntacıların hiçbir tepki vermediği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) temsilcilerinin “Bizim çocuklar başardı.” şeklindeki değerlendirmeleri tarihe kaydedilmiş; Türkiye’nin emperyalizmin kuşatması altında olduğu bu suretle delillendirilmiştir.
Söylemek isteriz ki askeri, Türkiye’yi müdahale sürecine götürenler ve millî iradeyi rafa kaldırmayı tercih edenler tarih karşısında sorumlu kalmışlardır.
Terörü ortadan kaldırma hedefi gerekçe gösterilerek yaratılan hukuksuzluk ve zulüm, vicdanlarda tescil görmemiş; oluşturulmak istenen güç ve otoritenin ayakta kalamayacağı, zaman içerisinde bir kez daha anlaşılmıştır. Aradan geçen yıllar sonra haklarında açılan davalar ve yapılan yargılamalarla darbecilerin hak ettikleri cezaları almaları, hayatlarını kaybetmiş olmalarına rağmen işledikleri suç ve eylemlerin karşılıksız bırakılmaması tarihe bir hakikat olarak şerh olunmuştur.
12 Eylül, diğer bir ifadeyle Kara Eylül olarak kayıtlara geçen darbe, millî iradeyi ortadan kaldırarak vesayete kapı aralamış, demokrasi ve demokrasi kültürünü ağır hasara uğratmıştır.
Dış güçlerin Türkiye’nin büyümesine yönelik engel olma, millî birlik ve dayanışma kararlılığını deformasyona uğratma çabaları, ülkenin zayıf düşürülerek bölünüp parçalanmasına yönelik her türlü proje 27 Mayıs darbesi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül darbesi, 28 Şubat ve 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüyle gerçekleştirilmeye çalışılmışsa da asla başarılamamıştır.
Darbeler kanunsuz ve hukuksuzdur. Ülkede demokrasi karşıtlarına fırsatlar tanınmış, payeler verilmiştir. Bu suretle meşru yönetimler saf dışı bırakılmıştır. 12 Eylül darbesi hayatın her alanında yarattığı tahribatlarla derin izler bırakmış, ağır sosyal bedellerin ödendiği bir dönem olarak tarihe geçerken siyasal, sosyal ve ekonomik travmaların yıllarca yaşanacağı bir zemin yaratmıştır.
Her şeyden önemlisi, bir dönemin nesli Türk gençliği üzerinde oynanan oyunlar, bu gençlik üzerinden ülkenin geleceğine yönelik kurulan pusular, süreçte istikbalimiz olarak görülen gençliğimizin uğradığı ağır saldırılar, işkenceler, yaşanan şehadetler, mahkûmiyetler, mağduriyetler kısacası tarifi imkânsız hukuksuzluklar aradan yıllar geçmiş olsa da her yönüyle araştırılmalı; gerçekler mutlaka gün ışığına çıkarılmalıdır.
Terör eylemlerini görmezden gelenler, ihmalin ötesinde sorumsuzluk içerisinde olanlar, ölümlere, soygunlara, yangınlara, toplumsal kaoslara ilgiliymiş gibi görünüp ilgisiz kalanlar, kutuplaşmış bir Türkiye’nin oluşumunda sorumluluk sahibi olanlar, darbe için şartların olgunlaşmasını beklemek gibi gaflet ötesi hâl ve vaziyet içerisinde olanlar, cezaevlerini suçsuz insanlarla dolduranlar bilmelidir ki bu süreçteki pay ve sorumluluklarını tarih affetmeyecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ruhu ve felsefesi millet iradesine dayanır. Millet iradesinin yegâne sahibi yine aziz milletimizdir. Milletimiz, hiç şüphe yok ki her türlü müdahaleyi etkisiz kılacak ve ters yüz edecek kararlılıktadır; olmaya da devam edecektir. Bu kararlılıkla artık darbeler dönemi kapanmıştır. Türk gençliği üzerinde oynanan oyunlar, ülkemiz geleceğine kurulan tuzaklar ve emperyalizmin bunlara ilişkin iç ve dış unsurları bir daha asla fırsat bulamayacak ve inanıyoruz ki Kara Eylüller bir daha yaşanmayacaktır.
*Bu tebliğ, 14 Temmuz 2021 tarihinde İstanbul Üniversitesinde düzenlenen 5. Darbe ile Mücadele Sempozyumunun “Tanıklıklar” başlıklı üçüncü oturumunda sunulmuştur.