AYBUDER (Ayık Yaşamda Buluşalım Derneği) Başkanı Yavuz Tufan Koçak‘ın imzasını taşıyan bu tebliğ, 7 Nisan 2015 tarihinde İ. Kemerburgaz Üniversitesi’nde düzenlenen Disiplinler Arası ve Ceza Hukuku Boyutlarıyla Uyuşturucu Madde Bağımlılığı ve Ticaretiyle Mücadele Sempozyumu‘nda sunulmuştur. Söz konusu sempozyumda sunulan bütün tebliğler Uyuşturucu Madde Bağımlılığı ve Ticaretiyle Mücadele ismiyle kitaplaştırılmıştır.
—
Öncelikle üniversite olarak bizi ağırladığınız için size minnettarım. Bu konunun en az bu boyutlarda artık Türkiye’de konuşulması lazım. İlginize gerçekten hem dernek hem bağımlılar adına tekrar teşekkür ediyorum. İsmim Yavuz Tufan Koçak. Ben bir bağımlıyım. Hocamın konuşması çok güzeldi (her iki hocamın da) ama son kısımda bir saptama yapmamız lazım. Bu tedavi edilebilir bir hastalık değil bize göre. Yani, tedaviden şunu kastediyorsak grip gibi geçecek bir şey değil. On iki yıldır hiçbir şey kullanmıyorum, ağrı kesici ilaç dahil. O konuda özellikle hocama çok teşekkür ederim çok güzel aydınlattı. Ama ben eğer disiplini bırakırsam, yaşam biçimimde ukalalıklara başlarsam tekrar, sokak ağzıyla cıvıtmaya başlarsam, ağzıma sürdüğüm anda on iki yıl öncesine dönerim. Böyle riskli bir iş. Bunun muhtelif sebepleri var, neden insan bağımlı olur?
Belki her bağımlı kadar hikâyesi de vardır, biz bunlara bahane diyoruz. Benim de bir sürü bahanem vardı; annemle babam eğitimsizdi, ben bir asker çocuğuyum, İstanbul’da büyüdüm, beş kardeştik, annem ilkokul birinci sınıftan ayrılmış, kalabalık bir aile, yedi kişilik bir aile, altmış beş metrekare bir evde büyüdüm ve babamın tek istediği bizden yüksek tahsil yapmamızdı. Yaptık. Yüksek tahsil yapınca adam olunacak diyordu ama ben yapmama rağmen olamadım. Hep öğretmenlerime de onu söylüyorum; bana dünyanın döndüğünü öğrettiniz ama içinde dönenleri öğretmediniz. Akademisyenler ve saha gerçekten çok farklı, onu özellikle rektörümüz çok güzel anlattı. Bazı şeyler dışarıda gerçekten şu anda belden aşağı vurma şeklinde, gerçekten faul var. Ben hep şunu söylüyorum on iki yıldır. Bağımlılık konusuna, sadece kullanılan maddeler olarak bakılırsa, hiçbir zaman sonuç alamayız, alamıyoruz da zaten.
Dediğim gibi bir sürü bahanelerden bir şekilde bağımlı oldum. Oradan biraz devam edeyim. Örneğin; ilkokul öncesi galiba kırılma noktası benim için. Onun için psikologlara, iyi yetişmiş, kendine gerçekten ideal edinmiş insanlara çok ihtiyacımız var. İlkokul öncesi kalabalık bir ailedeyim. Üç erkek, iki kız kardeş, bir küçük odada büyümeye çalışıyoruz. Dersimizi çalışıyoruz, uyuyoruz vs. Dışarı çıktığım zaman üç tane arkadaşım bana ismimle hitap etti. Yavuz! Tam bir Türk filmiydi. Yani beni adam yerine koyan birileri. Onların yanına gittim, orada ilk defa değerli hissettim kendimi. Ben varım duygusu. Onlar maalesef içki ve sigara içiyorlardı. İlk içkime ve sigarama- bir şey anladığımdan değil ama hani o ait olma duygusundan orada başlamıştım. Bu böyle bir süreçti.
Ben genetik kısmına fazlasıyla katılıyorum çünkü benim iki dedemde de alkol sorunu varmış, dayım alkol ve maddeden rahmetli oldu, babamda vardı, amcalarımda vardı, iki kardeşimde de var, ağabeyim de uyuşturucudan rahmetli oldu. Bu böyle bir süreç ama tolerans dediğimiz şey gittikçe artan, gittikçe o isteğin arttığı, en sonunda yetmediği noktada daha sert maddelere geçilen bir süreç bu. Bunu hepimiz biliyoruz sanırım. Takip ediliyor, yıllardır anlatılıyor bunlar. Ama benim bulunduğum noktada, benim on iki sene önce ayıldığım noktada fark ettiğim bir şeyden dolayı bu derneği kurdum. Her türlü hastaneyi denedim. Her türlü hacıyı hocayı, annemin bildiği, eşimin bildiği her şeyi denedim. Hep sonuç fiyaskoydu. Her seferinde yemin ediyordum, çocuğumun üzerine yemin ediyordum, kutsal bildiğim şeylerin üzerine yemin ediyordum ama ne oluyordu da öbür sabah ertesi gün bir bakıyordum tekrar bir şeylerin başındayım. Bütün bunları anlayabilmek için eşimin zorlamasıyla-çünkü ben hiçbir zaman bağımlı olduğumu kabul etmiyordum- ilk özel hastaneye yattım. Bakın ne olduysa orada oldu. Onun için hocama gerçekten çok teşekkür ederim. Bu derece ilacı bu kadar güzel anlatan bir ne akademisyen ne sahada kimseyi görmedim. Bana maalesef alkol bağımlısı olarak girdiğim o özel hastanede bağımlılık eğitimi verildi diyordum. Ben on dört gün yattım orada ve oradan çıktığımda madde bağımlısıydım. İşin acı tarafı bu.
Şimdi tekrar şunu söyleyeceğim. Koca ülkemizde ama gelişmekte diyelim ama yarı gelişmiş diyelim, bir tane rehabilitasyon merkezi yok. Bağımlı olmak çok kolay, malları bulmak şu an gerçekten çok kolay. Peki, ben yakalandım ve tedavi olmak istiyorum, nereye gideceğim? Az önce hocam onu da söyledi yani araştırmaya başladık, tamam, evet tedavi olmak istiyorum ya, kurtulmak istiyorum bundan ne yapacağım? Koca bir sıfır. On iki sene önce o dediğim noktaya geldim, eşim benden kaçtı, ayrıldı, iyi ki de ayrılmış. İki çocuğum bensiz büyüdü ama iyi ki bensiz büyüdü. Sonra annem aldı beni. Önce bir şehir değiştirdik, Bursa’ya götürdü beni, kaçırdı, arkadaşlarımdan kaçarsam değişirim dedim, kurtulurum dedim ama giderken bunu da götürmüştük (kafasını işaret ediyor). Oradan yine 800 kilometre öteye Muğla Fethiye’ye kaçırdı, oraya giderken yine bunu götürmüştüm, yine bir şey değişmedi. Her seferinde daha kötüye gittim. Bu arada tedaviler devam ediyor, başka şehirlerdeki devlet hastaneleri, psikiyatristler, şunlar bunlar hep deniyordum, ilaçlar vardı ama hiçbir şekilde bir çare bulamadım.
O arada 1935 yılında Amerika’da kurulan ve bugün dünyanın her ülkesinde kabile devletleri dâhil olan 12 Basamaklı programlarla tanışmıştım. O da yine bir gün evde içki içiyorum, eşim televizyonda bir kadıncağızın bir şeyler anlattığını söyledi bana -alkol ile ilgili bir şeyler- gel seyret dedi. Gittim dalga geçerek seyretmiştim ben rakımı içiyordum. Oradan aklımda kalan bir şey vardı. Sonra, birkaç sene sonra ben iyice azıtınca eşim öyle bir şey seyretmiştik, hatırlıyor musun dedi, onun telefonunu almış. Oraya gitmiştim Amerikan hastanesine. O 12 Basamaklı programlarda öğrendiğim bir iki bir şey kalmış aklımda. Annem, baktım ki bana baston değneği oluyor yani ben çalışmıyorum, bir villada yaşıyorum, evliyim, yaşım kırklı yaşlar o dönem, iki çocuk babasıyım ve çalışmıyorum. Yatıyorum, annem paramı da veriyor, bütün sorumluluklarımı alıyor, ayağıma çorabımı dahi giydiriyor. O noktada annemi kovaladım, benimle dört yıl konuşmadı. Annem geçenlerde bir trafik kazasında rahmetli oldu. Kovaladım, çünkü bana zarar veriyordu yani beni koruyacağım derken benim daha kötü hale gelmeme sebep oluyordu. Ben bir dibi yaşamam gerektiğini biliyordum ama annem bir türlü yaşatmıyordu. Yani içkiyi de uyuşturucuyu da ne istersem buluyordum, çalışma derdim yoktu, faturayla ilgili bir sorumluluğum yoktu, çocuklarımla ilgili bir sorumluluğum yoktu, öyle yaşıyordum. Annemi kovaladıktan sonra ayılmaya başladım ve o noktada çok sıkıntı yaşadım, dip dediğim şeyi yaşadım. Parasızdım, kimsem kalmadı, sürüne sürüne, bağıra bağıra ayılmaya başladım. Orada o 12 Basamaklı programların olduğu o grup toplantısı vardı, o da benim şansıma, oraya gitmeye başladım. On kilometre yürüyordum, on kilometre geri geliyordum gerçekten çok eziyet çektim. Doğru dürüst bir doküman yoktu, doğru dürüst gerçekten duygusal ayıklığı yakalamış bir bağımlı yoktu. Öyle böyle bayağı ciddi bir mücadele ederek bugünlere kadar geldim. Ve orada belki bu da bir kara mizah gibi, Aziz Nesin’lik bir hikâye yaşadım. Üç buçuk aylık ayığım o zaman hala duygusal olarak ayılmamıştım, fiziksel olarak toparlamaya çalışıyordum. 4 yıllık fakülte mezunu olduğum için eşim de öğretmendi, o bana telefon etti ve vekil öğretmenlik gibi bir şey var, git Milli Eğitim Bakanlığı’na başvur dedi.
Ben o kadar kötü bir noktadayım ki bu ülkede bir de öğretmenlik yaptım. Benim elime ilkokul çocuklarını verdiler, yani “deveye sorma” misali neremiz doğru diye, konuşulacak çok şey var aslında ülkede. O arada, kırılma noktam, derneği kurma amacım oradan çıktı. İzmir’den on sekiz yaşında, on sekize biraz daha vardı, genç bir kız bir büyük toplantıda tanışmıştık, uyuşturucu bağımlısı, çok kötü bir hayatı var, bir iki sefer Ege Üniversitesi’nde yoğun bakımda kalmış, öldü diye tekrar müdahale etmişler, tuvalette birkaç sefer öldü diye terk edilmiş bir kızcağız geldi. Artık hayatı bitmiş, satıcı aynı zamanda ve uyuşturucu satıcılarından kaçıyor, ben de o zaman Fethiye’de yalnız yaşıyorum o evde fakat gelirim yok, ben kendi ekmeğimi kendi sigaramı kendi tütünümü zar zor temin ediyorum, bu bana sığınmak istedi. Anlattım olmaz vs. diye, fakat neyse mecbur kaldım. Bakın sahada öğrendim, ona çok şey borçluyum. Sekiz buçuk ay birlikte onunla bu mücadelenin içinde olduk yani ben daha biraz daha kıdemli ayıktım ama ona yardım ederken aslında o da bana yardım ediyordu. Yani o dediğim 1935 yılında Amerika’da kurulan sistem de buydu zaten. İki bağımlı artık son dakikaya gelmişler, her türlü yolu denemişler, çareyi bulamamışlar ve imdat dedikleri noktada yani artık ölümü bekledikleri noktada ikisi on beş dakikalığına bir sohbet için sözleşiyorlar, tam altı buçuk saat sürüyor. Orada fark ettikleri şey işte bugün benim gibi milyonlarca alkol ve madde bağımlısının ayıklığı yakalamasını sağladı. Bizim de burada yapmaya çalıştığımız buydu.
Derneği kurmadan önce tek başıma sahada çağıran, yardım isteyen ailelere gidip bizzat evlerinde, kendi yerlerinde bağımlıyla böyle bire bir görüşmeler yapıyordum. Birlikte eğitim alıyorduk birlikte 12 basamak programını işliyorduk ama en azından birlikte bir şey kullanma ihtiyacı doğmuyordu. Ben 12 senedir koca Türkiye’de her türlü basında bunu söylemeye çalıştım. Hala da söylemeye çalışıyorum. Neden bir rehabilitasyon merkezi olmadığını merak ediyorum. Özbekistan’da var, İran’da var, Avrupa’da zaten söylememe gerek yok. Avrupa’da rehabilitasyon merkezlerinden çözüm bulamayan bir arkadaş da var ve bize hala ısrarla yurt dışındaki örnekleri getirmeye çalışıyorlar. Belçika modeli, İtalyan modeli, Amerikan modeli. Ama şunu unutuyorlar ki benim ülkemde yedi ayrı bölgede yedi ayrı anlaşılması çok zor insan yaşıyor. Benim kültürüm çok farklı. Yani bunun neden böyle bir Türk modeli yok? Üç senedir biz bugünkü dernek binasında onlarca genci sıfır ilaçla, ağrı kesici bile kullanmadan özelliğimiz o ve hayatın içinde tutarak iyileştiriyoruz. Sokaktan gelen bir eroin bağımlısı-geldiği noktada iğne yapacak yeri kalmamıştı. İyileşti ve bugün Bursa şubesinin başında. Neden diyoruz gelip de kimse bizi incelemiyor, ne yapıyorsunuz siz, nasıl yapıyorsunuz bunları diye sormuyor? Neden? Çünkü orada da işte gerçekten güçler devreye giriyor bir tarafta uyuşturucu karteli bir tarafta ilaç karteli.
Bugün ben ilaçla ilgili gerçekten çok sıkıntılıyım. Bunu nereye anlatacağım bilmiyorum ama bize öyle yoğun ilaçlarla-ki burada hikayelerini anlatacak şimdi arkadaşlar- o kadar kötü noktada geliyorlar ki ben de yaşamıştım onu çünkü. Ben zaten uyuşturucu kullanıyorum, zaten o reseptörlerim sürekli hareket halinde, uyuşturucuyu uyuşturucuyla tedavi etmek isteyen bir sistemimiz maalesef hala var. Eroin bağımlıları için özellikle smokson diye bir madde var şu anda. Ondan evvel metadon vardı, şu an torbacılar satıyor smoksonu. Yani ben eroin almak yerine smokson da alıyorum. Ya da smoksonu hastanede yazdırıp veriyorum onun yerine kendi eroinimi alıyorum. Yine çip dedikleri bir madde var yani derinin altına taktıkları. Eroin bağımlıları mucize kurtuluş bekliyorlar hep. Amerika’nın yıllar önce çöpe attığı, ondan önce çoktan onun iğnesinin çıktığı bir madde, o benim uzmanlık alanım değil haddimi aşmayayım. Burada örneğin, inanılmaz rant dönüyor ve o çipleri takıp da tuvalette ölen bir sürü insan tanıyorum. Onun için ben hep insanımıza şu mesajı vermeye çalışıyorum. Bağımlılık öyle enteresan bir sorun ki bunda bir mucize sonuç yok. Uzun süreli emek verilecek, ciddi manada aile işin içerisine katılacak ve ciddi manada bir rehabilite sürecinden sonra da bu iş bitmiyor. Yine yurt dışındaki örnekler gibi lokallerin çok acil açılması gerekli. Ben yaşam atölyesi diyorum, rehabilitasyon merkezini de kullanmıyoruz.
Yaşam atölyeleri, burada birlikte yirmi dört saat geçirilmesi lazım, onların yeni melekeler edinmesi lazım, açıktan eğitimlerine devam etmeleri lazım, spor yapmaları lazım yani toplam bir rekreasyon ismini de söyleyeyim onun. Rekreasyon çalışmaları yapıldıktan sonra, yetmedi işe girdiler diyelim. Mesleki çalışmalar, eğitimler de alınacak, ya da okuluna devam edecek. İşine gittiği zaman, döndükten sonra gideceği bir yer yok, onun için de bu tür lokallerin kurulması lazım. Yine aynı bağımlıların birlikte olduğu, kitap okuyabilecekleri, tostlarını yiyebilecekleri, çaylarını içebilecekleri, grup toplantıları yapacakları bir yer olmalı. Bizim en büyük silahımız, en büyük gücümüz grup toplantıları. Bize hangi tür bağımlı gelirse gelsin, dışarıda hiç kimsenin zapt edemediği, hiç kimseyle konuşmayan, içine kapanmış artık ölümü bekleyen bağımlılar bizim gibi insanlarla 5-10 dakika içerisinde öyle bir noktaya geliyorlar ki. En genç arkadaşımız var İpek. Konuşmaya hazır değilim diyor ama o konuşursa etkili olacaktır sanıyorum. Bakın öyle noktalardan geldi ki bize, bitmiş. Yani önünü görmüyor, gerçekten paranoya yaşıyor, halüsinasyonlar görüyor ve bakın şimdi aranızda. Sıfır ilaçla. Benim vereceğim mesaj buydu.
Türkiye’de çok acil, bu konunun daha ciddi bir şekilde, en azından bu tip seminerler, sempozyumlarla basında daha çok işlenmesi gereken bir konu. Çünkü inanın sekiz yaşındaki, on bir yaşındaki çocuklar bizim derneğimize geliyorlar. Anneler çaresiz, çocuklar ne yaptıklarının farkında değiller. Tabi bunun bir sürü psikolojik faktörleri var. Belki dikkat çekme adına başlıyor çocuklar ve sonra kontrolden çıkıyor. Anne ve babaya öfkeli, topluma öfkeli, eğitime öfkeli olabiliyorlar. O kadar çok şeye kızgın ki gençler biz orada başlarken şununla başlıyoruz. Kabullenme dediğimiz şeyle başlıyoruz. Benim klasik bazı sert laflarım var: ‘burası senin babanın çiftliği mi?’ diyorum. Yani her şey senin istediğin gibi mi olacak? Anneni beğenmiyorsun, babanı beğenmiyorsun, eğitimi beğenmiyorsun, başbakanı beğenmiyorsun, takımının şampiyon olmamasına kızıyorsun, her şeye kızgınız. Buradan başlıyoruz, yani gayet normal olduğunu, dünyadaki her insanın bir şeyler yaşadığını vs. kabullenmeyle başladıktan sonrası daha kolay oluyor. Çok teşekkür ederiz.
—
Bu makale, Disiplinler Arası ve Ceza Hukuku Boyutlarıyla Uyuşturucu Madde Bağımlılığı ve Ticaretiyle Mücadele kitabının yayın ve telif haklarını elinde bulunduran Lale Yayıncılık ve Lale Organizasyon‘un izniyle Türkiye Hukuk’ta paylaşılmıştır. Bu sebeple yukarıdaki makale, yazılı izin olmadan kopyalanamaz, yayımlanamaz.