1990’lı yılların ortalarından itibaren vakıf üniversiteleri giderek artan bir tempoda yükseköğrenim hayatına dahil olmaya başladı. Bu süreçte akıllardaki soru genellikle bu kurumların nasıl bir etki yaratacağı, öğrencilerini nasıl yetiştireceği, nasıl bir bilim üretimi sağlayacaklarıydı. Aradan geçen yıllarda önemli deneyimler ortaya çıktı bu alanda. Bunların en önemlilerinden birisi de hiç şüphe yok ki, İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) Hukuk Fakültesi oldu.
İKÜ 1997’de kuruldu, Hukuk Fakültesi ise 1999’da ilk öğrencilerini alarak eğitime başladı. İKÜ Hukuk Fakültesi ayrıca ceza hukuku alanında önemli bir merkezi de ülkemize kazandırdı: Ceza Hukuku Ulusal Araştırma Merkezi, CEHAMER. Dekan ve CEHAMER Müdürü Prof. Dr. Bahri Öztürk ile CEHAMER Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Durmuş Tezcan ile İdeal Hukuk okurları için söyleştik.
– Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluşundan bugüne gelişimi nasıl oldu?
Ben kuruluştan bu yana fakültedeyim, önce ders vermeye geliyordum, sonra kadrolu oldum. 14 yıl önce çok sağlam temeller üzerine inşa edilmiş olmalı ki bugün mükemmel bir noktaya geldi. Şöyle söyleyeyim, öğretim üyesi, profesör, hukuk profesörü sayısı itibariyle Türkiye’nin beşinci hukuk fakültesiyiz. Türkiye’de 135 hukuk profesörü olduğu söyleniyor. 56 hukuk fakültesi var. Ve bu profesörlerin tam 18 tanesi bizde. Bu müthiş bir rakamdır. Mesela Dokuz Eylül’de yedi tane profesör var. Devlet üniversiteleri dahil Türkiye’nin beşinci hukuk fakültesiyiz ve bu temelleri çok iyi atıldığı için böyle. Ve hep denir ya, “Biz bir aileyiz” diye ama çoğunlukla sahtedir bu söz. İşte biz gerçekten bir aileyiz.
Fakültenizdeki eğitimin mevcut başarı ve kalite durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belki benim değerlendirmem sübjektif olarak görülebilir o yüzden başkasının değerlendirmelerini söyleyeyim. İstanbul Barosu’nun önceki dönem başkanı olan Muammer Aydın, “Hocam biz vakıf üniversitelerine açıkçası sıcak bakmıyoruz ama Kültür’den gelenler farklı” demişti. Hakikaten farklıdır bizim öğrencimiz. Sebebi çok basit, birincisi öğretim üyesi kadrosu müthiş güzel, ikincisi öğrencimize kapımız hep açıktır bizim, öğrencimiz yalnız değildir.
Öğrenci ve akademisyen sayınızın oranını öğrenebilir miyiz?
Bizim sayımız asistanlarımızla birlikte 60 civarında, 800 öğrencimiz var ve bu öğrencilerimizle tek tek ilgilenelim diye tek çift uygulamasına gittik. Ben bütün öğrencileri tek tek tanırım. Öğrencinin nasıl yetiştiğini öğrencimize sorun. İddia ediyorum alacağınız yanıtlar şaşırtıcı olacaktır. Bütün fakülte kurulu toplantılarımıza öğrenci temsilcisini davet ederim. Arada muhakkak çağırır sorunları alırım ve mutlaka çözebiliyorsak çözerim. Artı, öğrenci konseyi başkanı sorunları dile getiren listeyi bize veriyor ve takip ediyor. Bunu ben istiyorum, gelmezse ben çağırıyorum. Bir de şu var: 7 katlı 4 bin metrekare kapalı alanı olan, 6 tane ana anfisi olan, duruşma salonu olan başka bir hukuk fakültesi vakıf üniversitelerinde yoktur. Bakın sadece hukuk fakültesi diyorum. Bir de bu 7 katın tamamını yeniledik. Öğrencilerimize layık dinlenme mekanları yaptık. Çocuklarımız çaya suya her zaman para ödemek zorunda değil ki, her kata birer sıcak soğuk su ve çay koyduk. Kısacası hiçbir ayrıntıyı önemsiz görmeden rahat bir eğitim öğretim için en iyisini yapmaya çalışıyoruz.
Bir kıyaslama yaparsanız, Avrupa’daki hukuk fakültelerine göre kendinizi ne durumda görüyorsunuz?
Bu söz ettiğimiz yedi katlı Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi tek taş yüzük gibi. Böyle bir hukuk fakültesi Almanya’da yoktur. Zaten profesörlerimizin beş tanesi de Alman. İkisi kadrolu, diğer üçü part-time geliyor. Ama bunlar palavradan değil… Konferansa gelir mesela yurt dışından öğretim üyesi, “hocamız” diye lanse edilir. Öyle değil. Mesela eski Aşağı Saksonya Adalet Bakanı Schmidt bizim ampirik krimonoloji biriminin Münevver Hanım’la birlikte eş başkanıdır. Başkan Yardımcısı da Prof. Kühne’dir. Dediğim gibi bu insanlar buraya konferans vermeye değil, bu işleri sürekli yapmaya geliyorlar.
Yabancı üniversiteler ile işbirlikleriniz ne durumda?
Çok yoğun… Özellikle Erasmus’un Sokrates programı çerçevesinde öğrenci değişimi çok yoğun. Bundan da çok memnunuz.
Hukuk eğitimi alacak öğrencinin seçimi nasıl olmalı? Şu anki modelle kıyaslarsak neler değişmeli, nasıl bir yöntem izlenmeli?
Şu an hiç memnun değilim. Sistem ezbere dayalı ve öğrencimiz ezbere mütemayil. Hiçbir ders geçmiyor ki, “ezber istemiyorum” diye vurgu yapmayayım. Mesela, “Meşru müdafaanın saldırıya ilişkin koşullarını sayın”… Böyle soru olur mu! Bu tam robot tarzı bir sorudur… Bir şeyler saydırmak! Efendim süresi nedir? E, yedi gün diyor! Ben kanunu değiştiririm sekiz gün olur, bilgi mi o! Biz bunları istemiyoruz. Biz işin esası ile ilgilenmek istiyoruz ama öğrenci buna adapte olurken çok zorlanıyor. Ta ilkokuldan bu yana ezbere dayalı bir sistemden gelmiş. Bu çok önemli. Bizim yaptığımız hep şudur, hocalarımıza da söyleriz, fakülteye yeni gelen bir çocuk hayatında ilk kez, örneğin ceza hukuku ile karşılaşmaktadır. Onu asistanla karıştırma. Ona temel kuralları öğret, istisnalarla kafasını yorma, teoriyle uğraştırma, bizde maalesef sistem ezbere dayalı. Ancak daha lisede çocuklar yönlendirilmiş olsa çok daha iyi olur. Bu yapılamıyorsa sizin öğrenciye işkence etmemeniz lazım. Hep şu örneği veriyorum: Bana yüzme dersi vereceksiniz, size gelmişim, ilk derste kelebek, kurbağalama, serbest stil mi yoksa suyun üstünde durmayı mı öğretirsiniz? Biz bunu yapıyoruz.
Ülkemizde yakın dönemde çok sayıda yeni hukuk fakültesi açıldı. Bu yeni fakülteler nasıl bir rota izlemeli?
Birincisi, kendine güvenen buyursun diyorum. İkincisi, Almanya’da 44 tane hukuk fakültesi var, 105 bin hukuk öğrencisi var. Bizdeki hukuk öğrencisi sayısı bunun beşte biri. Bırakın da çocuklar okusun! O nedenle yeni hukuk fakültelerinin açılmasına yönelik eleştirileri haksız buluyorum. Kendine güvenen çıksın, yeter ki havuzu kirletmesin. Bu işe ticaret gözüyle bakmayıp hukukçu yetiştirsin, hepsine kapılar açılsın. 105 bin hukuk öğrencisi Almanya’da niye var? Nüfusumuz hemen hemen ayn ı… Gerçi bizdeki hukuk fakültesi sayısı da 56 şu anda ama öğrenci sayısı Almanya’nın beşte biri. Yani ihtiyaç çok. Niye benim 105 bin tane hukuk öğrencim yok? Çok iyileri hakim, savcı olsun, avukat olsun, diğerleri de devlet görevlerine alınsın.
Avukatlık için de bir sınav olmalı mı?
Kesinlikle olmalı. Ben öğrencilerime de güveniyorum, sınav konulsun, benim öğrencim kesinlikle kalmaz.
Akademik yapılanma ve eğitim kadronuz hakkında bilgi verebilir misiniz? Eğitim kadrolarınızın performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Akademisyenlerin kendilerini geliştirmesi nasıl sağlanıyor?
Bizim asistanlarımız müstakbel bilim insanlarıdır. Bu anlayışla onları özgür bırakırız. Önleri tıkalıysa açarız. Burslar buluruz, üniversitemizden katkı yaparız, mutlaka yurtdışına gitmelerini sağlarız. Bir dili çok iyi bilmelerini temin ederiz. Onları burada angaryaları yaptırmak için kullanmayız. Mesele bilim insanı yetiştirmekse bu şekilde davranacaksın. Bizde anlayış budur. Pek çokları da bunu kavrayamamaktadır. Göreceksiniz uzun vadede bizim fakültemiz müthiş yarar sağlayacaktır. Kendi hocamızı yetiştiriyoruz, eğer kötüyse o hoca zaten kendi sonumuzu hazırlıyoruz. Değerlendirmeyi nasıl yapıyoruz? Öncelikle gözüm üstlerinde, kişisel değerlendirme… İkincisi sürekli sınavda bizim akademisyenlerimiz. İş, bilimsel değerlendirmeye geldiğinde hiç taviz vermeyiz. Ahbap-çavuş ilişkisine bakmayız. Sıcağızdır, aile gibiyizdir ancak konu iş disiplini olunca taviz vermeyiz. Son olarak da öğrencinin denetimi geliyor. Öğrenci bana gelir derste ne olduğunu anlatır. Öğrenci konseyi başkanı anlatır. Anket yaparız ayrıca öğrencilerle.
Mezuniyet sonrası için nasıl planlarınız var? Öğrencilerinizi nasıl yönlendiriyorsunuz?
Biz öğrenciye diplomayı verirken, yemin ettirirken söylediğimiz şudur: Burayla bağlantını kesme! Mesela yurt dışında yüksek lisans yapacak, ilgimiz aynen bizim öğrencimizmiş gibi devam eder. Öğrencinin mezun olduktan sonra atamadığı bir çekingenliği oluyor, “Hocamı rahatsız eder miyim?” diye düşünebiliyor. Bunu atmasını bu uygulamalarımızla sağlayacağız. Bizim öğrencimiz yalnız değildir. Mesela çocuk burada hazırlık dahil dört sene okumuş, son sınıfa gelmiş, babası iflas etmiş… Normal şartlarda paragöz yerlerde bu çocuğu atarlar ama biz dayanışma içine gireriz. Yasa gereği zaten öğrenci derneğimiz var. Ayrıca İstanbul Kültür Üniversitesi’nde 49 tane öğrenci kulübü var. Öğrencilerin ücretsiz yararlandığı kulüpler bunlar.
Tercih yapacak bir öğrenci niye Kültür Üniversitesi’ni ve Hukuk Fakültesi’ni seçmeli?
Buraya kadar anlattıklarımın hepsi için… Ama bir de şu var; zaten bizi seçenler o kadar arttı ki, bu sene sıralamada yedi basamak birden yükseldik. Önümüzdeki yıl yedi basamak daha yükseleceğimizden eminim.
Hukuk dünyasındaki sivil toplum kuruluşlarıyla nasıl ilişkileriniz var?
Yargıtay bizim doğal partnerimiz. Alman Yargıtayı ile Türk Yargıtayı’nı her sene buluştururuz. 6 Aralık’ta Hindistan Yargıtayı’nın davetlisi olarak Alman Yargıtayı ile birlikte Hindistan’a gideceğiz. Bunun gibi bir yığın ilişkimiz var üst düzeyde. Özellikle Adalet Bakanlığı ile çok sıkı çalışmalarımız oldu, yasa hazırlanması çalışmalarımız oldu. Diğer hukuk fakülteleri ile ilişkilerimiz çok iyi. Mesela bu yıl Çeşme’de yaptığımız yaz akademisine Türkiye’den 22 üniversite katıldı. Altı da Alman öğrenci vardı. Aslında daha çok öğrenci gelecekti, durdurduk. Toplam 220 öğrenci katıldı. Spesifik olarak çocuklarla ilgilenen tüm derneklerle ilişkimiz oldu. Çocuk hakları ile ilgili. Çocuğa yönelik şiddet, çocuktan kaynaklı şiddetle ilgili çok sayıda çalışma yapıyoruz. Dolayısıyla ilk olarak buralarla görüşüyoruz. Hukuk dernekleri ile temas kuruyoruz. Ve işimize siyaset karıştırmıyoruz. Bütün derneklerle ilişki kurarız.
Fakültenizin on sene sonrasını nasıl görüyorsunuz?
Bizim bir şansımız var. Mütevelli heyeti başkanımız okul kültüründen gelmiş, insana ve bilime saygı duyan bir insan. Buraya bir günden bir güne denetlemeye gelmemişlerdir. Kutlamaya gelmişlerdir, açılışa gelmişlerdir, etkinliğe gelmişlerdir. Bize ve bilime böylesine saygı duyulan bir yerdeyiz. Bu birinci şart evvela gelecekte daha da iyi olmak için ve mütevelli heyeti bunu biliyor. Bugüne kadar geldiğimiz noktayı da biliyor. İnanılmaz mesafe kat ettik. Böyle de devam edeceğiz.
Bir de CEHAMER var. Bu merkezin ülkemizde başka emsali var mı?
Elbette başka merkezler de var Türkiye’de ama kağıt üzerinde… O yüzden bizim sloganımız şudur, “Genelde merkezler kağıt üzerindedir, ama CEHAMER, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin altıncı katındadır.” Gerçekten yapısı itibariyle Türkiye’de bir ilktir. Şöyle söyleyeyim: Biz gençken Almanya’nın Freiburg şehrinde bulunan Max Planck Enstitüsü’ne gider ve oradaki çalışma ortamını hayranlıkla izlerdik. Onun bir örneğini CEHAMER’de gerçekleştirdik. Ancak bu ciddi bir yatırımla mümkün oldu elbette. Konferans salonları, duruşma salonu, mukayeseli hukuk ihtisas kütüphanesi ve son derece şık ofisler olmak üzere çalışanımıza ve bilimsel araştırmalara layık güzel bir merkez yarattık. Max Planck Ceza Hukuku Merkezi dört katlıdır. Biz de dört katlı değil ama 650 metrekareye yayılan bir merkez yarattık. Merkezimizin bir bölümü kriminolojiye ayrıldı. Bunun içerisinde de iki ana seksiyon var. Bir tanesi şiddetin önlenmesi seksiyonu. İkincisi ise alan taramasına dayalı, ampirik kriminoloji… Her ikisi de Türkiye’de ilktir. Özellikle ampirik kriminoloji Türkiye’de bir ara vardı, yok oldu. Biz onu yeniden ihtas etmek için yola koyulduk ve ampirik kriminoloji metotlarını bilen insanlar yetiştirmek üzere bir program hazırladık. O program çerçevesinde bir yıl içerisinde 5-6, iki yıl içerisinde 15 kişi yetiştirmeyi düşünüyoruz. Bu arada da alan taraması çalışmalarımız başladı.
Genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz CEHAMER’in amaçlarını?
CEHAMER’in amacı yasama organının, yürütme organının hatta yargının ihtiyaç duyduğu öngörüleri, varsayımları, bilimsel tespitleri, özellikle kriminoloji biriminde yapılacak çalışmalarla ortaya koyarak yol gösterici bir rol oynamak. Ayrıca ceza hukuku alanında uluslararası-ulusal toplantılar yapmak sureti ile yeni ceza adaleti sistemini güçlendirmek, yerleştirmek, bu konuda da yol gösterici olmak. Dünya Ceza Hukuku Kongremiz var 2004’ten bu yana yaptığımız. Şimdi yedincisini yapıyoruz. Çünkü yeni Türk Ceza Kanunu daha tasarı halindeyken ilk sahip çıkan bizdik. Ve şimdi 31 Mayıs-1 Haziran tarihlerinde yedincisini yapacağız. Keza yaz akademimizin de 14’üncüsünü yapacağız.
CEHAMER hangi projelere imza attı?
Bir defa boynuz kulağı geçti derler ya, aktivite açısından hukuk fakültesini geçtiğini söyleyebilirim. Çok aktif bir merkezdir. Birkaç tanesini söyleyeyim… 7 bin İETT sürücüsüne seminer yapıyoruz. 8 ay önce başladık, 2013’te bitecek, üç yıllık bir proje. Sürücüleri öfke kontrolü çerçevesinde eğitiyoruz ve bunun için bir kuruş almıyoruz. Aşağı yukarı bütçesi bir trilyon lira civarında bir projedir. İstanbul Kültür Üniversitesi’nin sosyal sorumluluk projesidir. Biz vakıf üniversitelerinin kamu kurumu olduğuna inanıyoruz. Anayasanın 130. maddesinde ifade edildiği gibi anlıyoruz. Bu nedenle de sosyal sorumluluk projelerini görev olarak kabul ediyoruz.
Bu projenin başka ortağı var mı?
Hiç yok. İETT var tabii bir tek. İETT sürücülerini bize gönderiyor biz de onları Kültür’lü yapıyoruz, üniversiteli yapıyoruz, üniversitemizin imkânlarından yararlandırıyoruz. Bu arada da pratik bilgiler veriyoruz. Öfke kontrolü çok önemli ama onun dışında sağlık kontrolünden geçirtiyoruz. Tüm gün oturdukları için bel fıtığı, boyun fıtığı gibi sıkıntıları çok oluyor. Bunların akut halinde olanlarını tedavi ettiriyoruz. Hak ve yükümlülüklerle ilgili bilgi veriyoruz. Yine İzmir Buca’da Tüprag şirketinin sponsorluğunda şiddetin çok olduğu iki okulda öğretmenleri eğittik. SBS sınavında başarı oranı yüzde 60 arttı bu programdan sonra. Müthiş bir şey bu. Çok başarılı olduğu için Ankara’da üç okula aktardık… Sonra Denizli, Mersin, Diyarbakır ve İstanbul’a geçeceğiz. Nihayet tüm Türkiye’ye yayacağız bu çalışmayı.
Yurtdışından işbirliği yaptığınız kurumlar hangileri?
Tam da o konuya gelmiştim. Üçüncü önemli projemiz ucu açık bir proje Alexander von Humboldt Vakfı’nın sponsorluğunda Giessen Üniversitesi’nin Ceza Hukuku Merkezi ile CEHAMER işbirliğine başlamıştır. Dediğim gibi ucu açık bir proje, beşer yıllık devreler halinde yapacağız. Bunun için Humboldt Vakfı’ndan her dönem için 51 bin Euro destek alıyoruz. Ve bu çerçevede asistanlarımız Almanya’ya gidiyor, Almanya’dakiler buraya geliyor. Ortak kolokyumlar, yayınlar yapıyoruz. Nitekim yeni ceza reformu ile ilgili bir ortak kitabımız çıktı ve bu da bir ilk. Bunun gibi rüşvet ve yolsuzluğun önlenmesi ile ilgili bir projemiz var. Bunu da ERA ve OLAF ile yapıyoruz. Bunları çoğaltmak mümkün çünkü çok sayıda Alman kurumu ile ilişkimiz var.
Almanya dışında?
Durmuş Tezcan hocamız marifeti ile Fransızlar ve Belçikalılarla, Münevver Mertoğlu hocamız marifetiyle Amerikalılarla ilişkilerimiz var. Nitekim bu TÜPRAG sponsorluğunda yapılan çalışmayı değerlendirmek üzere ocak ayında ABD’nin Kent State Üniversitesi ile burada bir kolokyum yapıyoruz. Bizim çalışmalarımızı değerlendiriyoruz, başarılı ise devam ediyoruz. Ve bu sefer uluslararası arenaya çıkıyoruz. Bir de Fasikül isimli yayınımızı anmalıyız. 2010 Aralık ayında birinci yaşını kutluyor. Fakat özellikle söyleyeyim, çok tutulan bir dergi oldu. Yargıtay’a gittiğinizde Fasikül’ü her yargıcın masasında görürsünüz.
Prof. Dr. Bahri ÖZTÜRK: Öztürk, Denizli’nin Kızılhisar ilçesinde doğdu. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi ve bu fakülteyi dereceye girerek bitirdi. 31 Ocak 1977 tarihinde mezun olduğu fakültenin Ceza ve Ceza Usulü Hukuku Kürsüsü’ne asistan olarak alındı. 1984 yılında yardımcı doçent olarak İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’ne girdi. 1983 yılında, Heidelberg Hukuk Fakültesi’nde hazırladığı, “Suç Muhakemesi Hukukunda Gaiplik” konulu tezi ile doktor; 1989 yılında Freiburg Max-Planck Enstitüsü’nde yazdığı “Kovuşturma Mecburiyeti (Hazırlık Soruşturması)” konulu tezi ile doçent; 1994 yılında da, “Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku” başlıklı eseri ile profesör oldu. Öztürk, Mayıs 1993 – 25 Aralık 1995 tarihleri arasında DEÜ Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcılığı; 25 Aralık 1995-Haziran 1997 tarihleri arasında (15 ay süre ile) DEÜ Hukuk Fakültesi Adalet Yüksekokulu Müdürlüğü yaptı. 1994’te Viyana Hukuk Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalışan; 1996’da Avrupa Organize Suçlulukla Mücadele Grubu Üyesi olan ve aynı yıl Leipzig-Trier-İzmir ve Giessen hukuk fakültelerinin ceza ve ceza muhakemesi hukuku anabilim dalları arasında sürekli ve somut bir işbirliğinin oluşturulmasına öncülük etti. 2002, 2003 ve 2004 yılında Giessen Justus Lİebig Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. Çocuk suçluluğu konusunda oluşturulan Avrupa Birliği projesinde İKÜ’yü temsil etti. İKÜ, Leipzig ve Giessen Hukuk fakülteleri arasında ceza ve ceza muhakemesi hukuku alanında genç ceza hukukçularını ve insan hakları hukukçularını destekleme programını kurdu. Yeni Türk Ceza Kanunları’nın hazırlanmasına katkı yapan, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü müdürü olarak 2006 yılına kadar üç yıl süreyle çalışan ve İKÜ Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku öğretim üyesi olan Öztürk’ün çok sayıda yayını ve bilimsel çalışması bulunmaktadır.
—
Bu içerik daha önce İdeal Hukuk dergisinin 5. sayısında yayımlanmıştır.