Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Çocuk Haklarına Dair Sözleşme‘yi imzaladığı 20 Kasım 1989’dan bu yana her 20 Kasım, Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kutlanmakta. Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Avukat Ayşenur Demirkale’den Türkiye’deki çocuk haklarıyla ilgili genel bir değerlendirmede bulunmasını istedik.
Türkiye’de çocuk hak ihlalleri sorununun çözümü konusunda ciddi eksikliklerin olduğunu belriten Demirkale, mülteci statüsündeki çocuklardan fiziksel ve cinsel istismara uğramış çocuklara kadar hak ihlallerine dair yetersizliklerin her geçen gün arttığına dikkat çekti.
Bugün halen çocuk hak ihlalleri temel gündem maddemiz olarak varlığını koruyorsa bu sorunların çözümü konusunda ciddi eksikliklerimizin olduğunu da kabul etmemiz gerekir.
Mülteci çocuklar, refakatsiz çocuklar, engelli, çalışmak zorunda kalan çocuklar, tutuklu ve hükümlü çocuklar, fiziksel ve cinsel istismara maruz kalan çocuklar ve benzer birçok hak ihlali yaşayan çocuklar açısından yetersizliklerimiz her geçen gün gerek dava dosyalarıyla gerek kamuoyuna yansıyan vakalar gerek idari başvurularla karşımıza çıkmaktadır. Bu konulardaki pek çok adli idari süreçlerdeki düzenlemelere rağmen yasalardaki mevzuat eklemelerine rağmen halen bu sorunlar yıkıcı bir biçimde varlığını korumaktadır.
1995 yılında iç hukuk kuralı haline gelen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, devamında 2005 yılında çıkarılan Çocuk Koruma Kanunu, temel olarak aynı ilkeler çerçevesinde düzenlenmiş yasal metinlerdir. Çocuk Koruma Kanunu esas olarak Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin temel ilkelerini esas alarak düzenlenmiştir. Hedeflenen bu kanun çerçevesinde hem suça sürüklenen hem de korunma ihtiyacı olan çocuklarla ilgili olarak yasal mevzuatı bütünleştirmek doğrultusunda bir yasa metni ortaya çıkarmaktı.
Bugün şunu kabul etmek gerekir: Esasen uluslararası sözleşmeler imzalandıysa şayet iç hukuktaki eksiklikler üzerinden tartışmak bu alandaki problemlerin temelini buna dayandırmak çok da doğru değildir. Buradaki sorunların temelini esas olarak bütünlüklü bir çocuk politikasının eksikliği, bu eksiklik nedeniyle sorunların temelde uygulamalardaki aksaklıklardan kaynaklandığını kabul etmek gerekir. O nedenle özellikle belli vakalar üzerinde tartışılırken yasaların değiştirilmesi, cezaların artırılmasına yönelik yorumlar ve değerlendirmeler çok gerçekçi değildir. Çünkü Türkiye’de çocuklara karşı işlenen suçlar açısından cezai yaptırımlar aslında oldukça yüksektir. Problem bunların uygulamada karşılığının alınıp alınmamasında çıkmaktadır. İnsanlardaki hukuk güvenilirliğini sarsacak şekildeki uygulamalarda çocuğa dönük ihlaller noktasını hak arama çabası içerisindeki insanların sorun yaşamasına sebep olmaktadır. Çünkü bir adliyede aldığınız bir sonucu başka adliyede alamadığınız zamanlar olabilmektedir. İdari bir başvuru sürecindeki elde ettiğiniz bir sonuç bir başka seferde daha farklı olmaktadır. Son dönemlerde popüler hale gelen sosyal medya adaleti olarak adlandırılan sosyal medyada insanların kendisini teşhir etmesiyle birtakım sonuçlar elde etmesi gibi son derece hukuka aykırı yöntemlerin deneniyor olması da aslında bu alandaki temelde uygulayıcılardan ve uygulamalarda yaşanan sorunlardan kaynaklanan sorunları görmemize neden olmaktadır.
5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Türkiye’de çocukların haklarını koruma noktasında yeterli mi? Sadece çocuk haklarına özgü yeni bir kanuna ihtiyaç var mı?
Birçok yasal mevzuatın içinde çocukların korunmasına dair hüküm bulunduğunu hatırlatan Demirkale, buna rağmen çocukların haklarını koruyacak, çocuk hukukundaki temel ilkeleri esas alacak bir çocuk hukukunun oluşturulması gerektiğinin altını çizdi.
Bu alandaki en temel sorunlardan birisi birçok yasal mevzuatın içerisinde çocukların korunmasına dair hüküm bulunmaktadır. Medeni Kanun’dan Ceza Kanunu’na, Polis Vazife ve Sâlahiyeti Kanunu’na Dair varıncaya kadar aklınıza gelebilecek her yasal düzenlemenin içerisinde çocuklara ilişkin bir hüküm vardır. Hedeflenen de çocukları korumaktır.
Bütünlükçü çocuk politikası derken aslında buradaki düzenlemelerden bağımsız olarak çocukların hakkını koruyacak çocuk hukukundaki temel ilkeleri esas alacak, sadece çocuk hukukunun yaratılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu dağınıklığın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu da biraz önce söylediğim uygulamadaki yansımasını da değerlendirecek olursak bütünlükçü bir çocuk politikasıyla söz konusu olacaktır.Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, aslında tüm uluslararası sözleşmelerin özelliği itibarıyla genel birtakım ilkeleri koyar. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi de böylesi ilkeleri koymuştur. Bu dikkate alındığında örneğin çocuğun üstün yararı denen bir kavram söz konusudur. Yani siz adli idari süreçlerde çatışan menfaatler ne olursa olsun çocuğun yararı neyi gerektiriyorsa ona öncelik tanımak zorundasınız. Siz eğer çocuğun yararını esas alan bütünlüklü bir çocuk politikasını oluşturursanız ki bunun başlıca sağlayıcılarından birisi de bir Çocuk Bakanlığının kurulmasıdır. Bu alanda çalışan insanların çok uzun süredir dile getirdiği bir konudur bu. Bu üç şemsiyenin altında diğer idari yapılandırmanın oluşturulması ve bütünlüklü bir çocuk politikasıyla şekillenecek çocuk hukuku mevzuatının tek elde toplanması halinde bu alandaki uygulamadan kaynaklanan sorunları en aza indirmek mümkün olacaktır.
Bugün bu yasalardaki dağınıklık Çocuk Koruma Kanunu’nun korumaya ilişkin düzenlemelerindeki yetersizlikler ister istemez hem uygulayıcılar açısından sorunlara yol açmakta hemde hak sahibi olma çabası içerisindeki çocukların bu haklarını elde ederken sıkıntı yaşamasına sebep olmaktadır. O nedenle ısrarlı bir biçimde tekrar söylemek isterim ki çocuk yararını esas alan bütünlüklü bir çocuk politikası oluşturularak bunun bugünkü uygulamada karşımıza çıktığı haliyle Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı içerisindeki bir çocuk hizmetleri müdürlüğü altındaki bir müdürlük çerçevesinde uygulanmasını sağlamaya çabalamak yerine bir çocuk bakanlığı gibi bağımsız, sadece çocukla ilgilenecek bir kurumun altında çocukların menfaatlerini korumaya dönük düzenlemelerin uygulanması daha yararlı sonuçlar alınmasına neden olacaktır.
Çünkü bugün çatışma bu kadar kalabalık bir çatı şemsiyenin altında yer alan çocuk hizmetleri müdürlüğü içerisindeki çalışanlar açısından da talepte bulunan çocuklar veya oralarla iş yapmak zorunda kalan avukatlar, savcılıklar, mahkemelerin taleplerini yerine getirmesi noktasında çalışanların bireysel becerileri veya yeterlilikleri ne olursa olsun, çabaları nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin fiilen yetişebilmekte ciddi zorluklarla karşılaşılmaktadır.
Bugün çocuk yargılamalarının sürdürüldüğü çocuk mahkemelerinin tamamını Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın görevlilerinin katılması gerekir. Davalara müdahil olma noktasındaki katılmaları kabul etmiyorum. O da çoğu dava dosyasında sadece şekli müdahaleler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Uzmanların bilfiil çocuk mahkemesindeki yargılamalarda taraf olacak şekilde davranması gerekir. Yani bir anlamda kamu vesayetinin tartışılarak gündeme getirilerek çocukları suça iten nedenleri, çocukların korunmasına yönelik önlemleri o yargılama makamları içerisinde öncelikle esas alınarak sürecin devamının sağlanması gerekir. Biz bugün çocuğun korunmasını temelde çocuklar yargılama makamlarıyla ilişki içerisine girdikten sonra gerçekleştirir vaziyetteyiz. Kolluğa veya savcılığa çocukların suç mağduruyeti ve suç faili olarak başvurusunun veya onlarla ilgili dosyanın açılması ertesinde bu çocuklarla ilgili işlemler yapılmaktadır. Oysaki bütünlüklü bir çocuk politikasında hedeflenen önleme sisteminin daha etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamaktadır. Bugün ilgili bakanlık ve kurum itibarıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın aktif ve etkin bir bakanlık olması ve süreci mobil bir biçimde gerçekleştirecek denetimleri sağlayacak şekilde sürdürmesi halinde buradaki hasarı en az biçimde mümkün olacaktır. Öncelikle önleme, sonrasında koruma ve ondan sonrasında zararın meydana gelmesi halinde bunlara rağmen müdahale yöntemlerinin ayrıca tartışılması gerekir. Mutlaka çok ciddi bir izleme sürecinin yapılması gerekir. Bugün ülkemizdeki kayıt altına alma, tespit ve bunların takibi noktasında ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. Kurumların kendi iç dinamikleri içerisinde bile takip noktasında problemler yaşanmaktadır. O nedenle buralardaki eksiklikler çocuğun korunmasındaki eksiklikleri de ortaya çıkarmaktadır. Bugün siz bir çocuk yargılamasının içerisinde 45. hırsızlık vakası nedeniyle gelen bir çocukla ilgili olarak yargılama makamlarının yapabileceği şey son derece sınırlıdır. Tartışılması gereken devletin bu çocuğun tekrarlayan suçları işlemesine neden olacak sürece müdahalesindeki eksiklikler üzerinden bakmak gerekir.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, Çocuk Hakları Kanunu bize şunu söyler: Bir çocukla ilgili olarak öncelikle çocuğun ailesinin yanında korunmasını sağlamak gerekir. Burada bir yetersizlik bulunması halinde aileye destek olması gerekir. Buna rağmen çocuk zarar görüyorsa bu takdirde kurum bakımı da dahil olmak üzere diğer yöntemlerin devreye girmesi gerekir. O nedenle çocuğun yararını esas alan bunun uygulamada da aktif ve etkin bir biçimde karşılığını sağlamaya dönük, çocuk bakanlığı şemsiyesi altında bir yapılanmanın yeniden oluşturulması gerekir. Mevzuattaki dağınıklığın yeniden ortadan kaldırılması gerekir. Çocuk hukukunun tek elde tek bir mevzuat çatısı altında toplanmasının da ciddi katkı sunacağını da kabul etmek gerekir.
Peki Av. Demirkale’ye göre Türkiye’deki en önemli çocuk hakkı ihlali hangisi? Bu konuda Yargılama süreçleri esas alınarak bir değerlendirme yapmak gerektiğini vurgulayan Demirkale, bir bütün olarak değerlendirildiğinde kendisi açısından en önemli, çocuk hak ihlalinin ihmal ve istiasmara maruz kalmak olduğunu dile getirdi.
Aslında bunları birbirinden ayırabilmek çok zor gerçekten. Hangi ihlalin hangi çocuk üzerinde etkisinin nasıl olduğu, kalıcılığının nasıl şekilleneceği bambaşkadır. Çok bireysel olarak değerlendirmek gerekir. Ama yargılama süreçleri esas alınarak bir değerlendirme yapmak gerekirse benim açımdan çocuk tutukluluğudur. Çocuk tutukluluğu ve çocukların yargılanmasına ilişkin süreçlerdeki suça sürüklenen çocukların yaşadıkları problemlerdir. Ama bunun yanında fiziksel ve cinsel istismar mağduru çocukların da çok ciddi problemleri vardır. Engelli çocukların, refakatsiz çocukların, çalıştırılmak zorunda kalan çocukların. Bunları birbirinden ayırabilmek çok mümkün değildir. Bir bütün olarak ihmal ve istismara maruz kalan çocukların tamamının üzerindeki etkisi çok güçlü olduğunu kabul etmek gerekir.
Bizler veya bu konuda çocuk hak ve ihlaline ilişkin tartışmalar şekillendiği zaman özellikle kamuoyundaki yorumlarda genellikle çocukların eğitilmesi gerektiğinden çocukların hak ihlalleri konusunda bilinçlenmesi gerektiğinden bahsedilir. Bu çok önemlidir. Gerçekten de çocukların haklarını bilmesi, varlığı konusunda talepte bulunmasının önünü açacak mekanizmaların devreye sokulması gerekir. Bu konuda bilinçlendirme çalışmalarının da ciddi bir biçimde yapılması gerek. Ama bunun yanında yetişkinlerin de çocukların haklarının ve bireyselliklerinin, kişilik varlıklarının korunmalarının önemi noktasında bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Yetişkin sorumluluğuna dönük çok ciddi bir eğitim çalışmasının başlaması gerekir. Aslında bugün özel günlerde, bayramlarda çocukların önemine dair çok hamaset içeren söylemler kullanılır. Ama bu söylemlerin karşılığının da çoğu zaman pratik yansımasını görmek mümkün değildir.
O nedenle yetişkin sorumluluğunu, yetişkinlerin eğitilmesini de esas alacak şekilde çocukların korunmasını, çocukların hak bilincine sahip olmasını sağlayacak etkin, bütüncül bir çocuk politikasının var edilmesi için el birliğiyle çaba göstermemiz gerekir.