Uluslararası hukukun, terörizmle mücadele kapsamında sunduğu yaklaşımlar barışçı yollar ve kuvvet kullanmaya dayalı yollar olmak üzere iki üst başlıkta toplanabilir.
1. BARIŞÇI YOLLAR
BM Andlaşması ve diğer uluslararası belgelerde uyuşmazlıkların çözümü için öncelikle barışçı yollara başvurulması gerekliliği ifade edilmiştir. BM Andlaşması’nın 2/3. maddesinde, “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası mahiyetteki uyuşmazlıklarını milletlerarası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye koymayacak şekilde barış yolları ile çözerler.” denilmektedir. 33. madde de ise, “Uzaması milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazasını tehdit edebilecek mahiyette bir uyuşmazlıkta taraf olanlar, bu uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, tahkim ve yargı yollarıyla veya bölge teşkil ve anlaşmalarına başvurarak veyahut kendi seçecekleri başka barış yollarıyla aramalıdır.” hükmü yer almaktadır. Her iki madde birlikte değerlendirildiğinde devletler taraf oldukları uyuşmazlıkları öncelikle kendi aralarında çözüme kavuşturmaya çalışacaklar eğer bunda başarılı olamazlarsa uluslararası barış ve güvenliğin korunması hususunda başlıca sorumlu organ olan Güvenlik Konseyine başvuracaklardır. (199)
Belirtilen düzenlemeler çerçevesinde olaya yaklaşıldığında başlıca barışçı yolların uluslararası alanda işbirliğinin geliştirilmesi, iç hukuk çerçevesinde cezai yargılama sisteminin harekete geçirilmesi veya terörizmin uluslararası bir suç olarak kabul edilerek sorumlularının uluslararası bir mahkemede yargılanması ve terörizm karşısında ortak bir mücadele yürütülebilmesi amacıyla anlaşmalar yapılmasını öngören hukuki yollar ile terörizmi destekleyen devletlerin verdikleri bu destekten vazgeçmelerini sağlamak amacıyla söz konusu devletlere karşı siyasî, ekonomik, diplomatik yolların kullanılması olduğu görülmektedir. (200)
A. Hukukî Yollar
Hukukî yolların uygulanmasını gerekli gören yaklaşım, terörist eylemlerin cezai nitelikte bir eylem kabul edilerek teröristlerin diğer sıradan suçlular gibi olağan hukuk sistemine göre yargılanarak cezalandırılmasını ya da uluslararası bir suç niteliğinde olması nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılanmasını ve bu amaçla suçluların iade edilmesini öngörmektedir. Bu durumda terörizm sıradan bir güvenlik problemi olarak kabul edilecek ve terörizmle mücadele emniyet kuvvetleri tarafından yürütülecektir. Ancak bu yolun başarıyla uygulanabilmesi için uluslararası toplumun işbirliği içinde hareket etmesi gerekmektedir.
Terörist örgütlerin ideolojik motivasyonlarla hareket ettiği ve organize suç örgütlerinin aksine terörist hücrelere sızmanın çok zor olduğu ve bu nedenle klâsik hukukî yolların teröristler karşısında sınırlı bir etkiye sahip olduğu ileri sürülmektedir. (201) Bunun yanı sıra devletin ülkesinde üslenen terörist gruplarla mücadele etme konusunda isteksiz veya yetersiz olması ya da bu gruplara üstü örtülü bir şekilde destek vermesi hukukî yolların başarısız kalmasında önemli bir rol oynamaktadır.
Hukukî yolların iç hukuk ve uluslararası hukuk yollarına başvurulması olmak üzere iki kısma ayrıldığı görülmektedir.
a. İç Hukuk Yollarının Kullanılması
Uluslararası hukukta terörist eylemlere karşı başvurulacak yolları içeren sistematik bir yapının bulunmaması nedeniyle devletler terörizmle mücadele edebilmek için ceza hukuku sistemlerini kullanmak suretiyle iç hukuk düzenlemelerine yönelmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında terörizmi önlemek amacıyla devletlerin kendi iç hukuk sistemlerinde hareket etmesinin uluslararası toplumda benzer bir eylemde bulunmaktan daha kolay olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda teröristlerin ele geçirilerek yargılanması konusunda önemli mesafeler kat edilmiş ve devletler ulusal hukuk sistemleri kapsamında terörle mücadele bağlamında hukukî bazı düzenlemeler yapma yoluna gitmişlerdir. Örneğin ABD, ülkesi dışında gerçekleştirilen terörist eylemleri iç hukuk sisteminde suç olarak düzenlemiş ve yargı yetkisini bu suçları da kapsayacak şekilde genişletmiştir. (202) Buna göre bir Amerikan vatandaşının kaçırılması, saldırıya uğraması veya öldürülmesi halinde eylemin nerede gerçekleştiğine bakılmaksızın ABD’nin yargı yetkisi doğmaktadır. Bu doğrultuda ABD, ülkesi içinde gerçekleştirilen 1994 Dünya Ticaret Merkezi saldırısı (203) ile ülkesi dışında gerçekleştirilen 1998 Büyükelçilik Saldırılarının (204) faillerini sivil mahkemelerde yargılamış ve mahkum etmiştir. Benzer şekilde 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren eylemcilere katılacağından şüphelenilen Zachariaous Moussaoui da halen Amerikan mahkemelerinde yargılanmaktadır. (205) Ayrıca ABD’de 1996 yılında gerçekleştirilen yasal düzenleme (Foreign Sovereign Immunities Act) ile birlikte devletlerin yargı muafiyetine yönelik kısıtlamalar devlet destekli terörist eylemleri de kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. (206) Buna göre, devlet destekli terörist bir eylemden kaynaklanan ölüm veya yaralanma durumunda terörizme destek vererek zarara neden olan devlete karşı ABD mahkemelerinde tazminat davası açılabilecektir. Aynı zamanda bu düzenleme geçmişe etkili olarak da uygulanabilecektir. Nitekim bu yasaya dayanılarak açılan pek çok davada mahkemeler milyonlarca dolarlık tazminatlara hükmetmiştir. (207)
Teröristlerin sivil mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmasının etkin ve uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil mahkemeler yerine askerî mahkemelerde yargılanması da ileri sürülmektedir. Bu yaklaşımı savunanlar öncelikle savaş ile terörizm arasındaki farklılıkları ele alırken belirtilen temel ayrılılıklara rağmen terörist eylemlerin hukukî bir sorun olmaktan ziyade savaş eylemi niteliği taşıdığını ve terörizmin bir savaş şekli kabul edilerek silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanması gerektiğini ifade etmektedirler. (208) Silahlı uyuşmazlık hukuku yaklaşımının uygulanması durumunda terörist eylemler, birer savaş eylemi olarak kabul edilecek ve teröristler de savaş benzeri bir eylemde faaliyet gösteren savaşçılar olarak askerî mahkemelerde yargılanacaktır.
Bu görüşün gündeme gelmesinde değişik nedenler rol oynamaktadır. Örneğin bazı uluslararası hukukçular, savaş hukukunu terörizmin tanımı konusundaki ikilemin ortadan kaldırılabilmesi için bir çözüm olarak görmektedir. Bu görüş sahipleri terörizmin tanımı konusunda yapılmaya çalışılan ancak gerçekleştirilmesi muhtemel olmayan andlaşmaların yerine tüm devletlerin görüş birliği içinde bulundukları savaş hukukunun uygulanması sorunun çözümü açısından daha uygun bir yaklaşım olduğunu ifade etmektedirler. (209) Bunun yanı sıra teröristlerin sivil mahkemelerde yargılanarak cezalandırılmasının etkin ve uygun bir yol olmadığı belirtilerek suçlanan teröristlerin sivil mahkemeler yerine askerî mahkemelerde yargılanması ileri sürülmektedir. Örneğin, Crona ve Richardson, terörizmi bir iç hukuk meselesi olarak ele almanın terörist organizasyonların dünya genelinde yayılmasını önlemek için yeterli caydırmayı sağlamak hususunda başarısız olduğunu ve teröristlerin hukuk sistemindeki boşlukları ve farklılıkları kullanarak adaletten kaçabileceklerini ileri sürmektedirler. (210) Benzer şekilde Wedgwood, 1993 Dünya Ticaret Merkezi ve 1998 Büyükelçilik saldırıları ile ilgili olarak ele geçirilen sanıkların sivil mahkemelerde yargılanarak mahkum olmalarına rağmen El Kaide Örgütünün eylemlerine devam ettiğine işaret ederek askerî mahkemeler seçeneğini gündeme getirmektedir. (211)
Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku devletler arasında veya uluslararası bir kişiliğe sahip aktörler arasında uygulanır. Silahlı uyuşmazlık hukukunun terörizme uygulanması halinde doğal olarak terörist örgütün uluslararası bir kişiliğe sahip olup olmadığı gündeme gelecek ve bu durum savaş/barış, sivil/asker ayrımları hakkında karışıklıklara neden olacaktır.
Uluslararası terörizme karşı silahlı uyuşmazlık hukukunun uygulanmamasını savunan Erickson, bu kuralların uygulanması halinde teröristlerin hem savaş esiri olmasına imkân sağlayan savaşan statüsü kazanacağına, hem de uğrunda mücadele ettikleri amacın tanınacağına işaret etmektedir. Ayrıca teröristlerin uyguladığı metotların zımnen hukukî bir statü kazanmasına da neden olacaktır. Oysa silahlı uyuşmazlık hukuku terörist metotları hukuka aykırı kabul ederek kınamıştır. (212) Teröristler silahlı bir eyleme karışmış bireyler değil hukuk kurallarının dışında hareket eden sıradan suçlular olarak ele alınmalıdır. Terör ile savaş arasındaki güç dengesizliği de dikkate alındığında terör suçlularının askerî değil sivil mahkemelerde yargılanmalarının daha uygun olduğu görülecektir. İstisnai bazı hallerde devletin ülkesi dışında kuvvet kullanması söz konusu olduğunda bu eylem silahlı bir çatışma şeklinde değil savaşa varmayan bir eyleme karşı verilen cevap şeklinde ele alınmalıdır.
b. Uluslararası Hukuk Yollarının Kullanılması
aa. Andlaşmalar Yapılması
Uluslararası terörizmin hukukî bakımdan düzenlenmesi, devletlerin hangi eylemlerin suç olarak kabul edileceği noktasında anlaşmalarını, yaygın standartlar belirlemelerini ve uygulamalarını gerekli kılar. Terörizmi yasaklamak ve cezalandıracak etkili bir uluslararası hukukî sisteme sahip olabilmek için hangi eylemlerin suç olarak kabul edileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Diğer taraftan seçtiği hedefler bakımından ulusal düzeyden uluslararası düzeye doğru kayma eğilimi gösteren terörist saldırıların, uluslararası alanda da düzenlenmesi opsiyonel bir ihtiyaç olmaktan çıkıp gereklilik haline gelmiştir.
Dolayısıyla terör olaylarına karşı gerçekleştirilecek hukukî düzenlemelerin önem ve aciliyet derecesi artmıştır.213 Soruna bu açıdan yaklaşıldığında terörizmle ilgili ideal çözümün, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasını amaçlayan ve bu maksatla terörizmi tanımlayan ve taraf devletlerin teröristleri yargılamak veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmekle yükümlü olduğu ve devletler arasında işbirliğini öngören kapsamlı bir anlaşma yapılması olduğu görülecektir. Bununla birlikte terörizmin hukukî çerçevesi ve önlenebilmesi için genel prensipler belli olmasına rağmen ulusal politika farklılıkları devletleri bu tür faaliyetleri önleyici esasları düzenleyen kapsayıcı nitelikte uluslararası bir düzenleme konusunda anlaşmaktan ve uygulamaktan alıkoymaktadır. (214)
Bu güne kadar terörizme yönelik etkin bir mücadele sisteminin kurulamamasında önemli bir etken olarak önümüze çıkan bu durum karşısında devletler terörizmle sektörel bazda mücadele etme stratejisine yönelmişlerdir. Yani terörizmi genel olarak tanımlayarak terörist olan herkese karşı mücadele yapabilmek mümkün olmadığı için devletler genel tanımı yapmaktan vazgeçip uçak kaçırma veya diplomatların öldürülmesi gibi kendilerini en çok rahatsız fiilleri önlemeye çalışmışlardır. (215) Bu doğrultuda gerek BM gerek diğer uluslararası örgütler bünyesinde terörizmin değişik görünümleriyle ilgili çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. (216) Bu anlaşmaların her biri spesifik terörist eylemlerle ilgili olup, yasaklanan eylemleri tanımlamakta, bu eylemlerin gerçekleştirilmesini önlemeye yönelik tedbirleri düzenlemekte ve söz konusu suçlar hakkında karşılıklı işbirliği yapılmasını öngörmektedir. Bazı anlaşmalar ise faillerin taraf devletler tarafından yargılanmasını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmesini düzenlemektedir.
Uluslararası terörizm hakkında 1969’dan bu yana doğrudan veya içinde terörist eylemlere ilgili hükümler içeren toplam 13 anlaşma yapılmıştır. (217) Bu anlaşmaların dört tanesi uçak kaçırma (218), iki tanesi açık denizde korsanlık (219), iki tanesi uluslararası alanda korunan kişilere, BM personeline ve diplomatlara karşı gerçekleştirilen eylemlerle ilgilidir. (220) Diğerleri ise, sivil deniz taşımacılığı yapan gemilere yönelik saldırılar (221), açık denizlerdeki platformlara yöneldik saldırılar (222), sivil kişilere yönelik rehin alma eylemleri (223), terörist eylemlerde patlayıcı ve bomba kullanımı (224), terörizmin malî kaynakları (225) ve nükleer terörizm hakkındadır. (226) Bunun yanı sıra bölgesel nitelikli değişik anlaşmalar da yapılmıştır. (227) Başlıklardan da anlaşılacağı gibi söz konusu anlaşmalar belirli bir alanı düzenlemekte olup terörizmi bütün olarak ele almamakta ve terörizm hakkında kapsayıcı bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Terörizmle ilgili olarak yapılan bu anlaşmalar terörizmle mücadele etme noktasındaki arzuyu göstermekle birlikte evrensel işbirliğini artırmada başarısız olmuştur. (228) Çeşitli terörist eylemleri iki veya çok taraflı andlaşmalarla ele alan bu düzenlemelerin neredeyse tümü kısmi çözümler öneren ve devletler arasında farklı bakış açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm getirememişlerdir. Öncelikle yapılan bu anlaşmalar, terörizmi bir bütün olarak değil parça parça ele almakta ve uygulamada bir bütünlük arz etmemektedir. İkinci olarak, anlaşmaların etkili olabilmesi, hükümetlerin bu anlaşmalara uymasıyla ve uygulamasıyla doğru orantılıdır. Oysa anlaşmalara katılım düşük olmuştur. Terörizmi önlemek için yeterli olmayan bu anlaşmalar aynı zamanda imzacı devletler tarafından da kolaylıkla göz ardı edilebilmektedir. Dolayısıyla anlaşmaların etkili bir şekilde uygulanması mümkün olmamaktadır. Bu nedenle terörizme karşı daha etkili mücadele edilmesini öngören bir anlaşma akdedilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. (229)
Soğuk Savaş sonrasında oluşan uluslararası yapı, terörizm konusunda kapsamlı bir düzenleme yapılabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Yapılacak bir düzenleme, terörist saldırılarının neler olduğunu, teröristlerin yargılama ve iade ilkelerini, bilgi alışverişini, önleyici önlemleri, terörizme destek olan veya rıza gösteren devletlere karşı alınacak tedbirleri ve kurbanların tazmin hakkını düzenlemelidir. (230) Terörizm hakkında gerçekleştirilmiş bütün sözleşmeleri tek bir metin haline getiren ve her birinin amacını kapsayan bir sözleşme olmalıdır. Bu sözleşme ile söz konusu sözleşmeler arasındaki tutarsızlıklar ortadan kaldırılacak, belirsizlik ve eksiklikler giderilebilecektir. Bunun için gerçekleştirilecek uluslararüstü girişimde BM öncü rol oynamalıdır. Çünkü BM uluslararası hukuk alanında kararlar alıp yürüten en önemli organizasyondur. Bu bakımdan yapılan veya yapılacak hukukî düzenlemeler BM bünyesinde gerçekleştirilmelidir.
bb. Suçluların İadesinin Sağlanması
Hukukî yolların uygulanabilmesi için uluslararası işbirliği gerekmektedir. Eğer teröristler suç teşkil eden eylemi bir devlet ülkesinde gerçekleştirdikten sonra ülke sınırlarını terk ederek başka bir devlete kaçarsa o zaman bu devlet teröristlerin kaçtığı devletlerin işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Bununla birlikte terör suçları çoğu zaman siyasî suç olarak kabul edilmekte ve teröristler siyasî suçluların iade edilmeyeceği kuralına dayanılarak iade edilmemektedir.
Terörist eylemde bulunmakla suçlanan kişi veya kişileri ele geçiren devlet bunları serbest bırakmak, yargılanmak üzere iade etmek veya bizzat yargılamak üzere başlıca üç seçeneğe sahip bulunmaktadır. Söz konusu işbirliği bu kişilerin iade edilmesi veya bulundukları devlet tarafından yargılanmaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, diğer bir devlete veya diğer bir devletin vatandaşına karşı terörist eylemler gerçekleştirdiği iddia edilen kişilerin halen bulundukları devlet, bu kişileri yargılamalı ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmelidir. (231) Bu eylemlerin birer suç olarak nitelendirilmiş olması devletlerin teröristlerin milliyetine ve eylemleri nerede gerçekleştirdiğine bakmaksızın yargılaması yükümlülüğünü ifade etmektedir. (232)
Uluslararası örf ve âdet hukukunda, bir devletin ele geçirdiği teröristi aralarında iade anlaşması olmadığı sürece ilgili devlete iade etmekle yükümlü kılan herhangi bir zorunluluğun olmadığı söylenebilir. (233) Dolayısıyla bu konuda devletler arasında bir anlaşma olmaksızın yakalanan kişilerin iadesi mümkün değildir. Bu alanda uluslararası bir işbirliğinin sağlanması ise devletlerin farklı saiklerle hareket etmeleri yüzünden zor gözükmektedir. Temel problem siyasî suçlularda ortaya çıkmakta ve siyasî suçların ne olduğu ve kimlerin siyasî suçlu kapsamına girdiği devletler arasında görüş farklılıklarına yol açmaktadır. (234)
Günümüz hukuk sistemlerinde, siyasî suçluların iade edilmemesi suçluların iade edilmesini öngören kuralın bir istisnası olarak kabul edilmekle beraber (235) bu istisnaî kuralın uygulanmasını sınırlandırmaya yönelik farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. İdeolojik sebeplere dayanan terör eylemlerinin de bu kapsamda değerlendirildiği söz konusu durum “istisnanın istisnası” (exception to the exception) şeklinde adlandırılmaktadır. (236) Siyasî suçlar genel olarak gerçekleştirildiği devletin kamu düzenini bozmakla beraber terörizm, savaş suçları ve soykırım gibi suçlar uluslararası toplumun düzenini bozmaktadır. Dolayısıyla uluslararası kamu düzenini koruyabilmek ve uluslararası suçlarla mücadele edebilmek için bu tür suçlar siyasî suç istisnasına dahil edilmemelidir. (237)
Siyasî suçluların iade edilmeyeceği ilkesi terörizmle mücadelede sık sık karşımıza çıkmaktadır. PIRA (Provisional Irish Republican Army) üyesi McMullen, Mackin ve Quinn isimli şahısların Kuzey İrlanda’da da gerçekleştirdikleri eylemler nedeniyle İngiltere tarafından ülkesinde bulundukları ABD’den iadesi talep edilmiş ancak ABD bu kişilerin işlediği iddia edilen suçların siyasî suç niteliğinde olduğu ve dolayısıyla da bu kişilerin siyasî suçlu kabul edildiği gerekçesiyle iade talebini reddetmiştir. (238) Oysa aynı ABD, FKÖ üyesi olan ve İsrail tarafından bir bombalama eyleminden sorumlu tutulan Ebu Eain’in iade talebini kabul etmiştir. Ebu Eain, McMullen davasını gerekçe göstererek siyasî suçlu olduğu iddiasında bulunmasına rağmen savunması kabul edilmemiş ve sıradan bir suçlu olduğuna karar verilmiştir. (239) Bu durum siyasî suç istisnasının devletlerin kendi takdirlerine göre kullanıldığının açık bir örneğidir.
Diğer taraftan siyasî suç istisnasının kaldırılmasını veya devletlerin bu konudaki takdir haklarının sınırlandırılmasını amaçlayan girişimler başarısız olmuştur. Bu yaklaşımda terörizm yalnızca cezai nitelikte bir sorun olarak ele alınmakta ve söz konusu suçları işleyenlerin cezalandırılmaktan kurtulabilecekleri bir ülke bulabilmelerine imkân vermemek amaçlanmaktadır. Bunun başarılabilmesi için devletler arasında sıkı bir iş birliği gereklidir. İşbirliğinin ön koşulu ise ortak bir terörizm tanımının yapılabilmesidir. Böyle bir tanımın yapılamamış olması yaklaşımın en zayıf yanıdır. (240) Bu nedenle sorun, sektörel bazda terörizmle mücadeleyi esas alan sözleşmelerle düzenlenmeye çalışılmış ve devletler en çok mustarip oldukları bazı fiilleri seçerek bunların suç haline getirilmesini öngören uluslararası sözleşmeler yapmışlardır. Sözleşmelerde düzenlenen fiillerin faillerinin siyasî suçlu sayılmamasına, bunlara siyasî sığınma hakkının tanınmamasına ve yargılanmalarına veya isteyen devlete iade edilmelerine dayalı bir mücadele yöntemi geliştirmişlerdir. (241)
Terörizmin değişik görünümleriyle ilgili olarak akdedilen bu sözleşmeler, ele aldıkları fiilin, taraf devletlerin ulusal hukuk sistemlerinde suç olarak kabul edilmesini, bu suçları işleyip bir başka devletin ülkesine kaçan kişilerin siyasî suçlu sayılmamalarını, bunlara sığınma hakkı tanınmamasını ve yargılanmalarını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmelerini düzenlemektedirler. Bu doğrultuda başta uçak kaçırma fiillerinin önlenmesi için La Haye, Tokyo ve Montreal Sözleşmeleri olmak üzere çeşitli sözleşmeler yapılmıştır. 1977 tarihli Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi de benzer şekilde “ya yargıla ya da iade et” (aut dedere aut judi care) ilkesini benimseyerek belirli suçlar için bu tür bir işbirliğini gerekli görmektedir.242 1999 tarihli Terörizmin Finanse Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’de de taraf devletlerin bazı eylemleri hukuk sistemlerinde suç olarak düzenlemelerini ve terörist eylemlere karışan bireyler ve organizasyonlar üzerinde yargı yetkisinin kurulmasını ve bu kişilerin ya yargılanmasını ya da yargılanmak üzere ilgili devlete iade edilmeleri öngörülmektedir. (243) Suçlunun bulunduğu ülke devletinin, çoğu kere, siyasî suçun varlığını takdir hakkını suistimal etmesi nedeniyle bu andlaşmaların hepsi kısmi çözümler öneren ve devletler arasında farklı bakış açılarından etkilenen metinler olarak kalıcı bir çözüm getirememiştir. (244)
cc. Uluslararası Mahkemeler Kurulması
Uluslararası hukuk, ilke olarak devletlerin ve uluslararası teşkilatların hukukî statü ve ilişkilerini düzenlemektedir. Bireyler sınırlı ölçüde hak ve sorumlulukların muhatabı konumundadır. Bu sınırlı durumlardan bir tanesi de bireyin uluslararası suçlar nedeniyle cezai sorumluluğudur. Bu bağlamda uluslararası toplum son yıllarda savaş suçluları gibi teröristleri yargılama yetkisine sahip uluslararası bir mahkeme kurup kurmama konusunda farklı fikirlere sahne olmuş ve teröristlerin birer uluslararası suçlu kabul edilerek kurulacak uluslararası bir mahkemede yargılanmasının etkili bir mücadele yolu olacağı ileri sürülmüştür. (245) Bu görüşe göre, ayrım gözetmeksizin sivilleri hedef alan teröristler birer suçludur ve bu kişileri harekete geçiren saiklere bakılmaksızın suçlu kabul edilmeleri gerekir. Ayrıca terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı gibi ulusal sınırları aşan bir tehdit olup ülke sınırlarının dışında da politik ve ekonomik sonuçlar doğurmaktadır.
Devletin ülkesiyle sınırlı kalmayan bu tehdit karşısında yürütülecek hukukî mücadelenin tek taraflı önlemler yerine uluslararası bir yargı sistemi aracılığıyla gerçekleştirilmesinin daha etkili sonuçlar doğuracağı açıkça görülmektedir. Devletin kendi iç hukuku çerçevesinde askerî veya sivil mahkemelerde gerçekleştirilecek yargılamadan farklı olarak değişik ülkelerin vatandaşı olan hakimlerden oluşacak tarafsız bir uluslararası mahkeme daha meşru bir görünüm kazanacak ve uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı çekmeyecektir. Yakın zamanda yaşanan Lockerbie Faciası bu tür tarafsız bir uluslararası yargılama sistemi kurulması gerekliliğini ortaya koyan önemli bir örnektir. (246) Ayrıca terörizm suçunun bütün uygar uluslar tarafından kınandığı ve sıradan bir suç olmadığı ve insanlığa karşı suç veya soykırım suçu gibi uluslararası mahkemelerce yargılanan suçlar kategorisi kapsamında ele alınması gerekliliğini de ortaya koyacaktır. (247) Uluslararası yargı seçeneğini tercih eden devletler bu sayede terörist tehditle baş edebilmek için haksız kuvvet kullanımı gibi eylemlerde bulunarak suçlu duruma düşme riskinden de sakınmış olacaklardır. (248)
Kurulacak bir uluslararası yargı sisteminin anılan faydalarına rağmen hâlen terörizm konusunda evrensel yargılama ve cezalandırma sistemi öngören bir düzenleme yapılamamıştır. (249) Dolayısıyla günümüzde uluslararası terörist saldırılarla ilgili yargılama yapabilecek uluslararası bir mahkeme yoktur. Bu durumda teröristleri yargılamak üzere ad hoc uluslararası mahkeme kurulabileceği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi bünyesinde “insanlığa karşı suç” başlığı altında bu tür bir yargılama gerçekleştirilebilir veya Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsü terörist eylemleri de kapsayacak şekilde değiştirilerek muhtemel terörist saldırılarının faillerini yargılayabilecek hale getirilebilir.
Terörizmle ilgili suçları yargılamak üzere kurulacak uluslararası bir mahkeme genel olarak terörizm ya da değişik çok taraflı uluslararası sözleşmelerde suç olarak düzenlenmiş uçak kaçırma, bombalama gibi terörist eylemler hakkında yargılama yetkisine sahip olabilir. Uluslararası düzenlemelerde suç olarak düzenlenmiş belirli terörist eylemlerin kurulacak bir uluslararası mahkemenin yargı yetkisi içinde ele alınması hukuken kabul edilebilir bir yaklaşım olmakla beraber terörizm kavramının genel kabul görmüş bir tanımı yapılmadığı sürece ilk seçeneğin uygulanmasının zor olduğu görülmektedir. Zira yukarıda bahsedilen birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı ikileminin yanı sıra ceza hukukunun temel ilkelerinden birini teşkil eden “unsurları kanunda belirlenmemiş olan eylem suç sayılmaz” (nullum crimen sine lege) ilkesi karşımıza çıkacaktır. (250) Terörist suçlar diğer taraftan “insanlığa karşı suç” kabul edilerek yargılanabilir. (251) Roma Statüsü’nün hazırlanması amacıyla gerçekleştirilen görüşmelerde Türkiye, Sri Lanka, Hindistan ve Cezayir terörizmin “insanlığa karşı suç” bağlamında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren suçlardan biri olmasını teklif etmiştir. Ancak terörizmin bir suç olarak açık bir tanımının yapılamamış olması, terörizmin mahkemenin yargı yetkisi kapsamına dahil edilmesinin mahkemeyi politize edeceği endişesi, bazı terörist saldırıların uluslararası bir mahkeme tarafından yapılacak yargılamayı gerektirecek nitelikte görülmemesi, iç hukuk sistemleri tarafından yapılacak bir soruşturma ve yargılamanın uluslararası mahkemelerce gerçekleştirilecek bir soruşturma ve yargılamadan daha etkili olacağı gibi çeşitli sebeplerle söz konusu teklif kabul edilmemiştir.252 Ancak 11 Eylül saldırıları ile birlikte terörizmin insanlığa karşı suç kapsamında Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine dahil olması tekrar gündeme gelmiştir. 11 Eylül saldırılarının masum sivilleri plânlı bir şekilde hedef alması Roma Statüsünün 7. maddesinde ifade edilen herhangi bir sivil nüfusa karşı yaygın ve sistematik saldırı tanımına paralellik arz etmektedir.
Daha önceden terör saldırılarını her devletin kendi iç meselesi olarak kabul eden uluslararası uygulama artık terör olaylarını tüm insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirmektedir. (253) Bu bağlamda uluslararası terörizmin, silahlı bir uyuşmazlığın olup olmadığına bakmaksızın söz konusu olabilen “insanlığa karşı suç” kapsamında değerlendirilerek Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisi kapsamına alınmasının uygun olacağı söylenebilir. (254)
Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsünde yapılacak değişikliklerle mahkemenin yargı yetkisinin terörist eylemlerin insanlığa karşı suç kapsamına alınması veya statünün terörist eylemleri açık bir şekilde suç olarak düzenleyerek muhtemel terörist saldırılarının faillerinin yargılanmasına imkân verecek yapılanma yukarıda bahsedilen aykırılıkları taşımayacağı gibi uluslararası alanda meşruiyet sıkıntısı da çekmeyecektir. Kaldı ki 11 Eylül saldırılarının neden olduğu işbirliği havası, Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisinin genişletilerek devlet destekli terörist eylemlerden etkilenenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu tür eylemleri gerçekleştirenlerin cezalandırılması için uygun bir ortam sunmaktadır.
B. Siyasî, Ekonomik ve Diplomatik Yollar
Siyasî, ekonomik ve diplomatik yollar, hukuka aykırı davranışta bulunan tarafı bu tür davranışlardan vazgeçirmeye yönelik barışçı girişimlerdir. Belli bir ülke ile sınırlanamayan, bağımsız bir şekilde örgütlenen ve içine sızılması oldukça zor olan terörist örgütlere karşı siyasî, ekonomik ve diplomatik yollarla mücadele etmek mümkün değildir. Çünkü, terörizmin aktörleri ideolojik, politik ve etnik gruplar olup söz konusu grupların devletler gibi örgütlenmesi, ekonomik sistemi, ülkesi ve ülkesi üzerinde yaşayan bir insan kitlesi bulunmamaktadır.255 Bu nedenle, görüşme veya diğer yollarla bir çözüme kavuşmaya çalışmak mümkün değildir. Ayrıca teröristlerle görüşmek terörist örgütün ve eylemlerin meşruiyetine dair bir etki yaratacağı kaygısıyla devletlerin kaçındığı bir durumdur. (256) Bu durumda terörizme destek veren devlete karşı verdiği bu destekten vazgeçmesini sağlayabilmek amacıyla siyasî, diplomatik yollara başvurulması ve halka zarar vermeyecek şekilde ekonomik yaptırımların uygulanması gündeme gelebilir.
Ekonomik yaptırımlar terörist örgütleri finansal kaynaklarından yoksun bırakarak faaliyetlerine devam edebilmesini engelleyen etkili bir önlemdir. Askerî kuvvet kullanılmasını gerektirmediği için mevcut tehdide karşı barışçı yollarla mücadele etme imkânı vermektedir. Bu yaptırımlar uygulanırken, hedef devletin ekonomik refahını olumsuz bir şekilde etkilemek suretiyle söz konusu devletin istenmeyen davranışlarını değiştirmesi için zorlamak ve bu şekilde mevcut sorunun barışçı yollarla çözüme kavuşturulması amaçlanmaktadır. Ekonomik yaptırımlar ticaret ambargosu, ithalat ve ihracata yönelik sınırlamalar, yabancı yatırımların, kredilerin engellemesi, malvarlığının dondurulması gibi çeşitli hususları kapsamaktadır. (257)
Geçmişte Güvenlik Konseyi, ülkesi içinde terörist faaliyetlere izin verdiği gerekçesiyle çeşitli devletlere karşı yaptırım uygulanmasına karar vermiştir. (258) Uygulanan yaptırımların devlet destekli terörizm karşısında etkili bir yol olduğu ortaya çıkmıştır. (259) Bu yaptırımlar sonucunda söz konusu devletler turizm, ticaret gelirleri gibi kaynaklardan mahrum olmakta ve ayrıca yabancı yatırımlar bu ülkelerden çekilmektedir. Lockerbie Faciası’nı gerçekleştirmekle suçlanan iki istihbarat görevlisini iade etmesine yönelik talepleri reddeden Libya, bunun başlıca örneğidir. Şüphelilerle Libya arasında var olan yakın ilişkiye rağmen ABD, askerî kuvvet kullanımına başvurmamış ve soruna geri verme ve diplomasi gibi hukukî yollarla yaklaşmıştır. Ancak Libya lideri Kaddafi şüphelileri yargılanmak üzere ABD veya İngiltere’ye teslim etmediği gibi üçüncü bir ülkede de yargılanmalarına izin vermemiştir. ABD yönetiminin Kaddafi’yi ikna etmek üzere Libya’ya yaptırımlar uygulanmasını teklif etmesi üzerine BM Güvenlik Konseyi Libya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanmasına karar vermiştir. (260) Uygulanan yaptırımlar karşısında Libya’nın uğradığı maddî kaybın milyar dolarlara ulaştığı ifade edilmektedir. Nitekim bu yaptırımlar sonrasında Libya geçmiş eylemlerinin sorumluluğunu kabul etmiş ve aşırı gruplardan uzak durmaya başlamıştır. (261)
Ekonomik yaptırımlar günümüzde Amerikan dış politikasının başvurduğu yollardan birini oluşturmaktadır. ABD 1996 yılında terörizme destek verdikleri ve kitle imha silahı elde etmeye çalıştıkları gerekçesiyle İran ve Libya’ya karşı tek taraflı bir şekilde ekonomik yaptırım uygulamaya başlamıştır. (262) Yine ABD, Tahran’da rehin tutulan ABD’li diplomatlar serbest bırakılana kadar İran’ın ABD’deki malvarlığını dondurmuştur. (263)
2. KUVVET KULLANMAYA DAYALI YOLLAR
Terörizme karşı verilecek uygun cevabın ne olacağı konusundaki çabalar, uluslararası toplumun terörizm kavramına yaklaşımındaki farklılıklar başta olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı olumlu bir sonuç vermemiş ve etkili bir mücadele yöntemi geliştirilememiştir. Ülke dışından kaynaklanan terörist eylemlerinin sıklığı ve uluslararası toplumun terörizmle mücadeledeki bu başarısızlığı devletleri terörizm tehlikesiyle mücadele etmek konusunda kuvvet kullanmaya yöneltmiş ve terörizmle mücadele eden devletler kuvvet kullanmaya daha sık başvurur hale getirmiştir. Terörizmin hedefi konumundaki devletler, terörizmi ulusal güvenliği ilgilendiren silahlı bir uyuşmazlık hali kabul ederek kuvvet kullanmayı içeren tek taraflı önlemlere başvurmayı tercih ettikleri görülmektedir.
Teröristleri veya teröristlerle ilişki içindeki devletleri hedef alan söz konusu eylemlerin genellikle devletin tehlike altındaki vatandaşlarının kurtarılması, terör üslerine veya terörizme destek veren devletin askerî tesislerine saldırılması, teröristleri taşıdığı iddia edilen kara, deniz veya hava taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette bu kişilerin ele geçirilmesi, teröristlere karşı açık veya gizli bir şekilde suikast düzenlenmesi şeklinde gerçekleştirildiği görülmektedir.
Terörizme karşı yürütülecek askerî mücadele savunma, saldırı ve cezalandırma amaçlı olabilir. Kısa dönemde terörist eylemlerin henüz plânlanma ve eğitim safhasında engellenmesi ve faillerinin cezalandırılmasını amaçlanmaktadır. Uzun dönemde ise amaç, teröristleri tekrar bu tür eylemlere başvurmaktan caydırmayı sağlayabilmektir. (264) Günümüzde özellikle ABD ve İsrail gibi terörist eylemlerin mağduru konumunda olduğunu iddia eden devletler meşru müdafaa hakkını ileri sürerek kuvvet kullanımına başvurmaktadır. Söz konusu devletler, terörist saldırılar karşısında meşru müdafaa hakkına dayanarak yabancı devlet ülkesindeki terör üslerini hedef almanın yanı sıra saldırıların yöneltildiği devletin terör örgütlerini desteklemesi sonucu sorumluluğunun doğduğunu iddia ederek terörizmi destekleyen devletlere karşı da kuvvet kullanmaktadır.
ABD benzer şekilde geçmişte de diğer bir devletin ülkesinde silahlı çetelere karşı kuvvet kullanımına başvurmuştur. Örneğin, 1818 yılında İspanya egemenliği altında bulunan Florida’daki Seminole yerlilerinin İspanya’dan yardım alarak ABD topraklarına saldırması karşısında Amerikan askerleri ABD’ye yönelik saldırıları önlemek amacıyla Florida’ya girmiştir. (265) ABD Başkanı James Monroe harekâtın tehdit kalkar kalkmaz son bulacağını açıklamıştır. (266) Benzer şekilde gerçekleştirilen bir diğer askerî harekât, 1916’da Francisco Villa liderliğindeki Meksikalı silahlı çetelerin Amerikan topraklarına yönelik düzenlediği saldırıları önlemek amacıyla Meksika’ya karşı söz konusu olmuştur. ABD Başkanı Wilson, Meksikalı yetkililerin saldırıları önleyebilmek için gerekli güce sahip olmadıklarını ve başka çare kalmadığı için Amerikan sınır bölgesine yönelik saldırıları önlemek ve saldırganları takip ederek Meksika içlerine sürmek amacıyla Amerikan askerlerinin bölgeye girdiği açıklamasında bulunmuştur. (267)
Terörizm sorununa ortak bir çözüm bulunana kadar kuvvet kullanma seçeneğinin terörizme hedef olan devletler için kullanışlı bir alternatif olarak kalmaya devam edeceği açıktır. Ancak günümüzde artan bir şekilde devam eden bu tür tek taraflı önlemler hem yerindelik hem de uluslararası hukuka uygunluk bakımından tartışmalıdır.
Her şeyden önce bu tür kuvvet kullanma eylemlerinin BM Andlaşması’nda açık bir şekilde ifade edilen uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözüme kavuşturulması yükümlülüğü ile bağdaştırılması mümkün değildir. Bu açıdan bakıldığında gerçekleştirilecek tek taraflı bir kuvvet kullanımının BM’nin temel amaçlarından biri olan uluslararası barış ve güvenliğe ulaşılmasını nasıl olumsuz etkileyeceği âşikardır. Bunun yanı sıra terörizm karşısında aktif bir tutumu benimseyen devletler meşru olmayan kuvvet kullanımında bulunmak, devletlerin egemenliğini ihlâl etmek, masum insanların ölümüne neden olmak, mülkiyet haklarına zarar vermek gibi eleştirel yaklaşımlara konu olmaktadır. (268) Kuvvet kullanımına başvuran devletler bu tür olumsuz eleştirilerden kurtulabilmek için hareketlerinin uluslararası hukuka uygun olduğunu göstermekle yükümlü olup bunu kuvvet kullanımına başvurmadan önce yapmalıdır. Burada herhangi bir belirsizliğe yer bırakmayacak şekilde şüpheli kişilerin veya grupların sorumluluğu ve girişilecek harekâtın gerekliliği ortaya koyulmalıdır. Kısaca girişilecek her hareketin uluslararası hukukî düzenin sınırları içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan terörizme karşı kuvvet kullanma şiddetin artmasına neden olabilecektir. Bu anlamda kuvvet kullanmanın muhtemel terörist saldırıları önleme noktasında ne derece etkin olabildiği tartışma konusudur. Çünkü bu tür orantısız saldırılar terörist grupta intikam duygusuna neden olacak ve misilleme niteliğinde yeni saldırıları ateşleyecektir. Libya ve El Kaide örneklerinde görüldüğü üzere devletin kuvvet kullanması terörist eylemlerin artmasına neden olmaktadır.
1986 tarihinde Libya’ya karşı gerçekleştirilen saldırı sonrasında ABD Başkanı Reagan, saldırının Kaddafi’nin terörizmi ihraç etme kapasitesini azaltmak ve Kaddafi’yi bu tür davranışlardan vazgeçirmek için düzenlendiğini açıklamıştır. Ancak saldırı Libya’nın ABD aleyhine terörist faaliyetlere karışmasını engellememiş ve bu ülkenin kontrolünde hareket eden teröristler değişik pek çok ülkede ABD’ye karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. (269) Örneğin 1988 Lockerbie Faciası ile 1989 UTA Havayollarına (Union des Transports Aerens) ait yolcu uçağının düşürülmesinin 1986 Libya Saldırısına misilleme amacıyla gerçekleştirildiğine dair çeşitli yorumlar yapılmıştır. (270)
Benzer şekilde 1998 Büyükelçilik Saldırıları ile ilgili olarak Sudan ve Afganistan’a karşı düzenlenen harekâtlar sonrasında Ladin ve El Kaide Örgütü de ABD’ye karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam etmiştir. (271) Ayrıca Sudan ve Afganistan’a yönelik saldırılar Ladin’i İslam dünyasında daha popüler bir kişi haline getirmiş ve kahraman olarak görülmesine neden olmuştur. (272)
Bütün bu nedenler göz önüne alındığında uluslararası terörizmle mücadele edebilmek için tek taraflı politikaların terk edilerek uluslararası alanda iş birliği yapılmasının gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
*Bu yazı, Doç Dr. Ahmet Hamdi Topal‘ın Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma (Ankara, 2004) başlıklı Doktora Tezi’nden alınmıştır. Çalışmanın tamamı ilgili linkten incelenebilir.
(199) Barışçı çözüm yollarına başvurma yükümlülüğü devletlerin meşru müdafaa hakkını olumsuz bir şekilde etkilemez. Meşru müdafaa hakkını kullanmasına neden olan bir durumun gerçekleşmesi halinde, ilgili devlet söz konusu durumun sona ermesi için meşru müdafaa hakkına başvurabilecektir.
(200) 30 Temmuz 1996 tarihinde Paris’te terörizm hakkında ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Rusya’dan oluşan sekiz devletin katıldığı ve uluslararası terörizmle mücadele yöntemlerinin ele alındığı toplantıda benzer şekilde terörizmle mücadele yöntemi olarak hükümetler arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi, hukukî yolların kullanılması ve teröristlerin yargılanması, sığınma hakkının kötüye kullanılmasının önlenmesi, yeni uluslararası düzenlemeler yapılması, terörist gruplara yönelik yardımların engellenmesi ve bilgi alışverişinin arttırılması gibi değişik yolları içeren 25 öneride bulunulmuştur. Bkz. LONG, s. 75, dn. 110.
(201) HENDERSON, s. 3.
(202) REYNOLDS, James S.: “Domestic and International Terrorism: Expansion of Territorial Jurisdiction: A Response to the Rise in Terrorism”, J. Nat’l Security L., Vol. 1, 1997, s. 105-110.
(203) 26 Şubat 1993 tarihinde bomba yüklü bir araçla Dünya Ticaret Merkezine karşı düzenlenen ve 6 kişinin ölümüne, binden fazla kişinin de yaralanmasına neden olan terörist saldırı sonrası yapılan araştırmalar sonucu saldırıyı gerçekleştirdikleri belirlenen Ahmad Ajaj, Mahmud Abouhalima, Mohammed Salameh ve Nidal Ayyad yargılanarak 5 Mart 1994 tarihinde 240’ar yıl hapis cezasına çarptırılmışlardır. Ayrıca saldırıyı gerçekleştirenlerle ilişkisi olduğu tespit edilen kişiler de tutuklanmış ve bunların bir kısmı yargılanarak çeşitli cezalara mahkum edilmiştir. Bkz. MARSHALL, s. 1024.
(204) Tanzanya ve Kenya’daki ABD Büyükelçiliklerine karşı gerçekleştirilen bombalı saldırılarla ilgili olarak Afganistan’daki terör kampları ve Sudan’da kurulu bulunan ve kimyasal silah üretiminde kullanılan maddelerin üretildiği iddia edilen ilaç fabrikasına saldırılmasının yanı sıra saldırılardan sorumlu tutulan Ladin ve yardımcısı Muhammed Atıf başta olmak üzere toplam 15 kişi hakkında 4 Kasım 1998 tarihinde ABD vatandaşlarına karşı ülke dışında terörist saldırılar gerçekleştirmek suçlamasıyla ABD mahkemelerinde dava açılmıştır. Haklarında dava açılan bu kişilerden ele geçirilen Mohamed Sadeek Odeh, Mohamed Rashed Doud Al-Owhali and Kalfen Khamis Mohamed ile Amerikan vatandaşı Wadih al Hage New York’ta yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırılmışlardır. Bkz. GERAGHTY, s. 589-590; “Responding to Terrorism: Crime, Punishment, and War”, Harv. L. Rev., Vol. 115, s. 1221; MURPHY, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to International Law”, Am. J. Int’l L., Vol. 93, 1999, s. 165; BIGGIO, s. 13.
(205) GERAGHTY, s. 589-590.
(206) Söz konusu yasa hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, Daniel E.: “Raising A Paper Tiger: Public Law No. 105-277 § 117(D) and the Gutting of the State-Sponsored Terrorism Exception to the Foreign Sovereign Immunities Act”, U. Cin. L. Rev., Vol. 69, 2000, s. 357-383.
(207) Alejandre v. Republic of Cuba, Flatow v. Islamic Republic of Iran, Cicippio v. Islamic Republic of Iran davalarını bu duruma örnek gösterebiliriz. Söz konusu davalar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. REITZ, s. 372-377.
(208) LARSCHAN, s. 146-148; CRONA & RICHARDSON, s. 356. Teröristlerin askerî mahkemelerde yargılanmasına yönelik bir değerlendirme için bkz. MADDOX, Heather Anne: “After the Dust Settles: Military Tribunal Justice for Terrorists After September 11”, N. C. J. Int’l L. & Com. Reg., Vol. 28, 2002,s. 421-476; IRAOLA, Roberto: “Military Tribunals, Terrorists, and the Constitution”, N. M. L. Rev. Vol. 33, 2003, s. 95-114; FILLER, Daniel M.: “Values We Can Afford-Protecting Constitutional Rights in an Age of Terrorism: A Response to Crona and Richardson”, Okla. City U. L. Rev. Vol. 21, 1996, s. 409-421.
(209) JENKINS, 1986, s. 779.
(210) CRONA & RICHARDSON, s. 355-357. Crona ve Richardson, 1993 yılında Dünya Ticaret Merkezi’ne karşı gerçekleştirilen terörist saldırı zanlılarının Amerikan sivil mahkemelerinde gerçekleştirilen yargılamalarını ele alarak davanın uzun sürdüğü, verilen cezaların yetersiz olduğu ve mahkum edilen sanıkların cezalarını güvenlik içinde çekebilmeleri için milyonlarca dolar harcanacağını ileri sürerek daha etkili bir yargılama sisteminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür. Bkz. CRONA & RICHARDSON, s. 349-354.
(211) WEDGWOOD, Ruth: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Keynote Address; After September 11th”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, (a), s. 728.
(212) ERICKSON, s. 64-65.
(213) BOZKURT, s. 202.
(214) ALMOND, Harry H.: “The Legal Regulation of International Terrorism”, in Terrorism & Political Violence Limits & Possibilities of Legal Control, Ed. by. Henry H. Han, Oceana Pub., New York, 1993, s. 199. ABD, 1972’den itibaren tek taraflı bir şekilde dilediği gibi hareket etmesini engelleyeceği ve politik gücünü sınırlandıracağı kaygısı ve bu farklı anlaşmalardan dilediğine istediği zaman dayanabilmek amacıyla ısrarlı bir şekilde çok taraflı ve kapsamlı bir düzenlemenin yapılmasına karşı çıkmaktadır. Bkz. BASSIOUNI, 2002, s. 92.
(215) BAŞEREN, 2002, s. 201.
(216) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. KOLOSOV & LEVITT, s. 141-163.
(217) Terörizmle ilgili BM anlaşmaları ve protokolleri için bkz. ttp://untreaty.un.org/English/Terrorism.asp (18.01. 2004).
(218) 14 Eylül 1963 tarihli “Uçaklarda İşlenen Suçlar ve Diğer Bazı Eylemlere İlişkin Tokyo Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 8 Aralık 1975, sayı: 15436; 16 Aralık 1970 tarihli “Uçakların Kanun Dışı Yollarla Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Hakkında La Haye Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 31 Mart 1973, sayı. 14493; 23 Eylül 1971 tarihli “Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Kanun Dışı Eylemlerin Önlenmesine İlişkin Montreal Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. R.G. 29 Kasım 1975, sayı: 15427; 24 Şubat 1988 tarihli “Sivil Havacılığa Hizmet Eden Havaalanlarında Şiddet Eylemlerinin İlişkin Montreal Sözleşmesi.” http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv7.pdf (18. 01. 2004).
(219) 29 Nisan 1958 tarihli “Açık Deniz Sözleşmesi” ve 10 Aralık 1982 tarihli “Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi.” Türkiye her iki Sözleşmeye de taraf değildir. Sözleşmenin Türkçe metinleri için bkz. GÜNDÜZ, s. 358-365; 373-476.
(220) 14 Aralık 1973 tarihli “Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunmaya Sahip Kişilere Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair New York Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 1 Mayıs 1981; Convention on the Safety of United Nations and Associated Personel, 9 Aralık 1994, G.A. Res. 49/59, U.N. GAOR, 49th Sess., Supp. No. 49, U.N. Doc. A/49/49 (1994).
(221) 10 Mart 1988 Tarihli “Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Güvenliğine Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Roma Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26 Ocak 1998, sayı: 23242.
(222) 10 Mart 1988 tarihli “Kıta Sahanlığında Bulunan Sabit Platformların Güvenliğine Karşı İşlenen Suçlar Konusundaki Sözleşme.” Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 26 Ocak 1998, sayı: 23242.
(223) 17 Aralık 1979 tarihli “Rehine Alımına Karşı New York Sözleşmesi.” Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin metni için bkz. R.G. 6 Haziran 1989, sayı: 20217.
(224) 9 Ocak 1998 tarihli “Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında New York Sözleşmesi.” Türkiye sözleşmeyi imzalamış ancak henüz onaylamamıştır. Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss793m.htm (18. 01. 2004).
(225) 9 Aralık 1999 tarihli “Terörizmin Mali Kaynaklarının Önlenmesine Hakkında Uluslararası Sözleşme.” Türkiye sözleşmeyi 4738 sayılı kanunla 10 Ocak 2002’de onaylamış ve 17 Ocak 2002’de Onay Kanunu Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01/ss791m.htm (18. 01. 2004).
(226) Draft Convention on the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism, 28 Ocak 1997 U.N. Doc. A/AC. 252/L.3.
(227) 27 Ocak 1977 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi.” Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için R.G. 26. Mart 1981, sayı: 17291. 22 Nisan 1998 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Arap Devletleri Birliği Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://www.leagueofarabstates.org/E_News_Antiterrorism.asp (18. 01. 2004); 1 Temmuz 1999 tarihli “Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://www.oic-un.org/26icfm/c.html (18. 01. 2004); 14 Temmuz 1999 tarihli “Terörizmin Önlenmesi ve Terörizmle Mücadeleye Dair Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi.” Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/oau_e.pdf (18. 01. 2004); 2 Şubat 1971 tarihli “Kişilere Karşı Suç Formunu Alan Terörizm Eylemleri ve Uluslararası Alanda Önem Arz eden İlgili Zorbalıkların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”; 4 Kasım 1987 tarihli “Terörizmin Önlenmesine Dair Bölgesel Kalkınma İçin Güney Asya Birliği Sözleşmesi” Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/Conv18.pdf (18. 01. 2004); Treaty on Co-operation among States Members of the Commonwealth of Independent States in Combating Terrorism, Minsk, 4 June 1999 Sözleşmenin metni için bkz. http://untreaty.un.org/English/Terrorism/csi_e.pdf (18. 01. 2004).
(228) Söz konusu Anlaşmalarla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. TRAHAN, Jennifer: “Terrorism Conventions: Existing Gaps and Different Approaches”, New Eng. Int’l & Com. L. Ann., Vol. 8, 2002, s. 215-243; GILBERT, G.: “The ‘Law’ and Transnational Terrorism”, Neth. Y. B. Int’l L., Vol. 26, 1995, s. 3-32.
(229) GUROVITSCH, s. 179; SHAIKH, s. 2160.
(230) ZAID, s. 664; DUGARD, s. 74-75.
(231) FROWEIN, Francis: “The Present State of Research Carried Out by the English-speaking Section of the Centre for Studies and Research”, in The Legal Aspect of International Terrorism, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1989, s. 85.
(232) SCHREIBER, s. 326. Devletin ülkesinde bulunan teröristleri yargılamayı ya da iade etmeyi reddetmesi halinde, iadeyi talep eden devletin söz konusu kişi veya kişileri yakalayarak getirmesi amacıyla görevlilerini söz konusu devletin ülkesine gönderebileceği ileri sürülmüştür. O’CONNELL, Mary Ellen: “Lawful Self-Defense to Terrorism”, U. Pitt. L. Rev., Vol. 63, 2002, (a), s. 907.
(233) MURPHY, Liam G. B., s. 72; ROBEN, Volker: “The Role of International Conventions and General International Law in the Fight Against International Terrorism”, http://edoc.mpil.de/conference-onterrorism/index.cfm. (20. 01. 2004). Genel Kurulun 40/61, 42/159 ve 46/51 sayılı kararlarında terörizmin bütün görünümlerinin nerede ve kim tarafından hangi saikle gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin kınanmış olması bu konuda bir örf ve adet hukuku kuralının geliştiği şeklinde yorumlanmıştır. Örneğin Schachter, bu yükümlülüğün bir uluslararası örf ve âdet hukuku kuralı olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. SCHACHTER, 1993, s. 245.
(234) SHAIKH, s. 2160.
(235) İlk çağlardan bu yana var olmakla beraber siyasî suç kavramının içeriği toplumlardaki siyasî ve ekonomik değişime paralel olarak değişmektedir. Terörizm bağlamında siyasî suç kavramı, teröristin işlediği politik bir suç nedeniyle iade edilmesine izin vermemekte ve bu kişilere yabancı ülkelerde serbestçe faaliyette bulunma imkânı tanımaktadır. Örneğin İtalya, İtalyan Ceza Kanununun 8. maddesine dayanarak Yugoslavya Kralının katillerini Fransa’ya iade etmemiştir. Söz konusu maddede siyasî suç kavramı, “Devletin siyasî bir çıkarını veya vatandaşın siyasal haklarından birini ihlal eden, fiil siyasî sayılacaktır. Kısmen veya tamamen siyasî nitelikteki saiklerin işlemesine neden olduğu suç da siyasî sayılır.” şeklinde tanımlanmıştır. Bkz. DÖNMEZER, Sulhi & ERMAN, Sahir: Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Genel Kısım, C. III, Beta Yayınları, İstanbul, 2000, s. 498.
(236) BASSIOUNI, 1999, s. 793.
(237) Bu amaçla Belçika Suikast Şartı ile yabancı devlet başkanının şahsına ve aile efradından birisine karşı gerçekleştirilen suikast siyasî suç olmaktan çıkarılmıştır. Bu kural günümüzde uluslararası sözleşmelerde yer almaktadır. Örneğin Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 3/3. maddesinde “İşbu sözleşmenin tatbikatı bakımından bir devlet reisinin veya ailesi efradından birisinin hayatına karşı kasıt siyasî suç sayılmayacaktır” hükmü yer almaktadır. SİDAS’a ek I. Protokolün ilk maddesinde de, Sözleşmenin 3. maddesinin uygulanmasında soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların
siyasî suç sayılmayacağı düzenlenmiştir. Bkz. Additional Protocol to the European Convention on Extradition and Explanatory Report, Council of Europe Publishing, Strasbourg, 1995, s. 6-7.
(238) FIELDS, s. 5.
(239) FIELDS, s. 5-6.
(240) BAŞEREN, 1998, s. 162.
(241) BAŞEREN, 2003, (a), s. 56.
(242) Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi, adam kaçırma ve rehin alma eylemlerini siyasî suç kapsamının dışına çıkararak bu konuda en azından siyasî suç kavramının içeriğini sınırlandırma yoluna gitmiştir. Sözleşme, politik terörizmi faillerinin iadesi açısından sıradan bir suç gibi nitelendirerek siyasî suçluların iadesi kapsamından ayrı tutmuştur. Sözleşmenin ilk maddesinde iade bakımından uçak kaçırma, uluslararası alanda korunan şahısların hayat, vücut tamlığı ya da hürriyetlerine yönelik saldırılar, adam kaçırma, rehin alma, özgürlüğü kısıtlama, bomba, roket, otomatik silah, bombalı paket vb. şekilde insan hayatını tehlikeye atacak eylemlerin siyasî suç olarak kabul edilmeyeceği ve bu suçları işleyen kişilerin siyasî suç kategorisine tâbi tutularak iade edilmekten kaçınılamayacağı öngörülmüştür. Türkiye’nin de taraf olduğu Sözleşmenin Türkçe metni için bkz. YENİSEY, Feridun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988, s. 375-380.
(243) Söz konusu sözleşmenin 7. maddesinde taraf devletlerin, zanlının kendi ülkesinde bulunması halinde ilgili devlete iade edilmesi, sözleşmeden öngörülen şartlar dahilinde iade edilmediği takdirde yargı yetkisini tesis etmek için gerekli tüm tedbirleri alacağı öngörülmüştür.
(244) BAŞEREN, 1998, s. 162.
(245) SIEVERT, Ronald J.: “Meeting the Twenty-First Century Terrorist Threat within the Scope of Twentieth Century Constitutional Law”, Hous. L. Rev., Vol. 37, 2000, s. 1428; CAMPBELL, Leah M.: “Defending Against Terrorism: A Legal Analysis of the Decision to Strike Sudan and Afghanistan”, Tul. L. Rev., Vol. 74, 1999-2000, s. 1086-1088; CAVICCHIA, Joel: “The Prospects for an International Criminal Court in the 1990’s”, Dick. J. Int’l L. Vol. 10, 1992, s. 233’den aktaran KROHNE, Steven W.: “The United States and the World Need an International Criminal Court as an Ally in the War Against Terrorism”, Ind. Int’l & Com. L. Rev., Vol. 8, 1997, s. 161.
(246) 21 Aralık 1988 tarihinde Pan American Havayollarına ait Frankfurt/New York seferini yapan 103 sefer sayılı uçak, İskoçya’nın Lockerbie kasabası yakınlarında düşmesi sonucu uçakta bulunan 189’u Amerikan vatandaşı olmak üzere 259 yolcu ve mürettebat ile enkazın düştüğü yerleşim alanında bulunan 11 kişi hayatını kaybetmiştir. Saldırı sonrası yapılan araştırmalar sonucunda uçağın bagaj kısmına yerleştirilen bombanın patlamasıyla düştüğü anlaşılmış ve eylemin Libya gizli istihbarat servisi üyesi Abdel Basset Ali al-Megrahi ile Lamen Khalifa Fhimah tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine ABD, Libya’nın da taraf olduğu 1971 Montreal Sözleşmesi’nin, âkit devletlerin bir uçağa karşı gerçekleştirilen sabotaj eyleminden sorumlu kişi veya kişiler hakkında soruşturma yapmasını, bu kişileri yargılamasını veya yargılanmak üzere ilgili devlete iade etmesini öngören hükmüne dayanarak Libya’dan söz konusu kişilerin yargılanmak üzere iadesini talep etmiştir. Bu talep karşısında Libya Montreal Sözleşmesi’ne dayanarak şüphelileri yargılama hakkına sahip olduğunu ileri sürmüş, Libya Lideri Kaddafi söz konusu kişilerin ne ABD veya İngiltere ne de başka bir ülkeye yargılanmak üzere iade edilmeyeceğini açıklamıştır. Libya adli makamları da daha sonra yaptıkları bir açıklamada yapılan soruşturma sonucunda bu kişilerin Libya mahkemelerinde yargılanmasını gerektirecek yeterli bir delile ulaşılamadığını belirtmiştir. Libya bu karara dayanarak ABD’nin iade talebini destekleyecek delil ya da delillere sahip olmadığı ve Montreal Sözleşmesi’nin âkit devlete vatandaşı hakkındaki iade talebini reddetme izin verdiğini belirterek iade talebini reddetmiştir. Oysa Libya’nın kendisi zaten şüphelilere saldırı emrini vermekle suçlanmaktadır. Böyle bir durumda yargı yetkisinin uyuşmazlığın taraflarından ziyade uluslararası bir mahkemeye verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Lockerbie olayı ve sonrasında Güvenlik Konseyi ile Uluslararası Adalet Divanının da dahil olduğu süreç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ZAID, s. 667; DAUM, Caryn L.: “The Great Comprimise: Where to Convone the Trial of the Suspects Implicated in the Pan am Flight 103 Bombing Over Lockerbie, Scotland”, Suffolk Transat’l L. Rev., Vol. 23, 1999, s. 131-156; GOWLLAND-DEBBAS, Vera: “The Relationship Between the International Court of Justice and the Security Council in the Light of the Lockerbie Case”, Am. J. Int’l L., Vol. 88, 1994, s. 643-678; D’ANGELO, Deborah: “The ‘Check’ on International Peace and Security Maintenance: The International Court of Justice and Judicial Reeview of Security Council Resolutions”, Suffolk Transnat’l L. Rev., Vol. 23, 2000, s. 561-593; ZUBEL, Eric: “The Lockerbie Controversy: Tension Between the International Court of Justice and the Security Council”, Ann. Surv. Int’l & Comp. L., Vol. 5, 1999, s. 259-285; FRANK, Jonathan A.: “A Return to Lockerbie and the Montreal Convention in the Wake of the September 11th Terrorist Attacks: Ramifications of Past Security Council and International Court of Justice Action”, Denv. J. Int’l L. & Pol’y Vol. 30, 2002, s. 532-546; BEKKER, Peter H. F.: “Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from the Aerial Incidents at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United Kingdom) and Preliminary Objections, Judgments”, Am. J. Int’l L., Vol. 92, 1998, s.503-508.
(247) TRAHAN, s. 504.
(248) CAMPBELL, s. 1088-1089.
(249) 1937 tarihli Terörizmle Mücadele ve Terörizmin Önlenmesine Dair Cenevre Sözleşmesi, Sözleşmede yasaklanan suçların işlenmesi halinde faillerinin yargılanması amacıyla uluslararası bir mahkeme kurulmasını öngörmüştür. Sadece Hindistan tarafından onaylanan Sözleşme yürürlüğe girememiştir.
(250) KROHNE, s. 176.
(251) Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7/1. maddesi insanlığa karşı suçları, sivil halka karşı yaygın ya da sistematik bir şekilde girişilen saldırılara bağlı ve bu saldırının bilincinde olarak işlenen aşağıdaki fiiller olarak belirtmektedir: Kasten adam öldürme, toplu yok etme, köleleştirme, nüfusun sürgünü veya zorla nakli, uluslararası hukukun temel hükümlerinin ihlal eder bir şekilde hapsetme veya fiziki özgürlükten ağır yoksun bırakma, işkence, ırza geçme, cinsel kölelik, fuhşa zorlama, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıktaki diğer cinsel şiddet biçimleri, siyasal, ırkçı, ulusal, etnik, kültürel, dinî ya da cinsel nedenlerle ya da uluslar arası hukukta kabul edilemez olarak benimsenen evrensel başka ölçütlere bağlı olarak herhangi bir gruba ya da herhangi bir belirlenebilir topluluğa zulmetme, zorla kaybetme, apartheid, fiziki bütünlüğe veya fizik ya da ruh sağlığına zarar verecek nitelikte insanlık dışı muamelelerde bulunma. İnsanlığa karşı suç hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. ATEŞ EKŞİ, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayınları, Ankara, 2003.
(252) CASSESE, Antonio: “Terrorism is also Disrupting Some Crucial Legal Categories of International Law”, Eur. J. Int’l L., Vol. 12, No. 5, 2001, (a), s. 994; MARTINEZ, Lucy: “Prosecuting Terrorists at the International Criminal Court: Possibilities and Problems”, Rutgers L. J., Vol. 34, 2002, s. 18-19. Teröristlerin Uluslararası Ceza mahkemesi bünyesinde yargılanmasını savunan bir çalişma için bkz. SAILER, Todd M.: “The International Criminal Court: An Argument to Extend its Jurisdiction to Terrorism and a Dismissal of U.S. Objections”, Temp. Int’l & Comp. L. J., Vol. 13, 1999, s. 311-346. ABD’nin kurulacak bir uluslararası mahkemenin terörist eylemler üzerinde de yargı yetkisine sahip olmasına karşı çıkmasının nedenleri hakkında ise bkz. KROHNE, s. 167-187.
(253) BOZKURT, s. 202; TRAHAN, Jennifer: “Trying A Bin Laden And Others: Evaluating The Options For Terrorist Trials”, Hous. J. Int’l L., Vol. 24, 2002, s. 500.
(254) COGEN, Marc: “The Impact of International Humanitarian Law on Current Security Policy Trends”, http://www.crimesofar.org/expert/attack-cogen.html (08. 12. 2003).
(255) WEDGEWOOD, Ruth “Responding to Terrorism: The Strikes Against bin Laden”, Yale J. Int’l L. Vol. 24, 1999, s. 559; COHAN, s. 107.
(256) GROSS, Emanuel: “Thwarting Terrorist Acts by Attacking the Perpatrators or their Commanders as an Act of Self Defense: Human Rights Versus the State’s Duty to Protect its Citizens”, Temple Int’l & Com. L. J., Vol. 15, 2001, s. 238; COHAN, s. 86.
(257) Ekonomik yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. EINISMAN, s. 299-326.
(258) Örneğin Libya ve Sudan’a karşı bu tür yaptırımlar uygulanmasına dair kararlar alınmıştır. Bkz. S.C. Res. 748, U.N. SCOR, 42d Sess., U.N. Doc. S/Res/748 (1992); S.C. Res. 1054, U.N. SCOR, 46th Sess., U.N. Doc. S/Res/1054 (1996).
(259) Bununla birlikte Einisman, terörist grupların bağımsız olarak hareket edebildikleri ve devlet desteğine olan ihtiyaçlarının azaldığını belirterek terörist grupların kendi ülkesi içinde faaliyette bulunmasına izin veren devletlere karşı ekonomik yaptırım uygulamanın etkili olamayabileceğine dikkat çekmektedir. Ladin örneğini vererek bu sonuca varan Einisman’a göre bağımsız gruplar daha etkin bir hale gelirken terörizme yönelik devlet desteği azalmaktadır. Bkz. EINISMAN, s. 313.
(260) S.C. Res. 748, U.N. SCOR, 47th Sess., U.N. S/RES/748 (1992); S.C. Res. 883, U.N. SCOR, 48th Sess., U.N. S/RES/883 (1993).
(261) REITZ, s. 372. Zanlıların yargılanması ile ilgili olarak taraflar bir uzlaşmaya varmışlar ve Hollanda’da kurulacak ancak İskoç kanunlarını uygulayacak özel bir mahkemede yargılanmalarına karar verilmiştir. Yargılama sonucunda sanıklardan bir tanesi suçlu bulunurken diğeri beraat etmiştir. Mahkemenin verdiği karar için bkz. http://www.scotcourts.gov.uk/download/lockerbiejudgement.pdf (30. 11. 2003). Ayrıca Libya uygulanan yaptırımların kaldırılması karşılığında kurbanların yakınlarına tazminat ödemeyi de kabul etmiştir. Buna göre Libya Lockerbie Faciasında hayatını kaybeden her kurban için 10 milyon dolar olmak üzere toplam 2.7 milyar dolar tazminat ödeyecektir. Bkz. http://www.islamonline.net/English/News/2003-08/14/article01. shtml. (30. 03. 2004).
(262) ABD’nin uyguladığı bu yaptırımlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. MCCURDY, Meghan: “Unilateral Sanctions With a Twist: The Iran and Libya Sanctions Act of 1996”, Am. U. Int’l L. Rev., Vol. 13, 1997 s.397-438; MAYMAN, Georgia McCullough: “The Iran and Libya Sanctions Act of 1996: Enforceable Response to Terrorism or Violation of International Law?”, Whittier L. Rev., Vol. 19, 1997, s. 137- 168; BUSBY, J.Brett: “Jurisdiction to Limit Third-Country Interaction With Sanctioned States: The Iran and Libya Sanctions and Helms-Burton Acts”, Colum. J. Transnat’l L., Vol. 36, 1998, s. 621-658; FITZGERALD, Peter L.: “Responding to Rogue Regimes; From Smart Bombs to Smart Sanctions; Managing ‘Smart Sanctions’ Against Terrorism wisely”, New Eng. L. Rev., Vol. 36, 2002, s. 957-983.
(263) DAUDET, Yves: “International Action Against State Terrorism”, in Terrorism and International Law, Ed. by. Rosalyn Higgins & Maurice Flory, First Ed., Routledge, 1997, s. 209.
(264) COLL, Alberto R. “The Legal and Moral Adequacy of Military Responses to Terrorism”, Proc. Am. Soc’y Int’l L.,Vol. 81-82, 1987-1988, s. 299.
(265) TERRY, James P.: “An Appraisal of Lawful Military Response to State-Sponsored Terrorism”, Nav. C. L. Rev., Vol. 68, 1978-1994, s. 459.
(266) Oysa İspanya 1795 yılında yaptığı bir andlaşma ile egemenliği altında bulunan topraklardaki Yerlilerin barış içinde bulunacaklarına dair bir taahhütte bulunmuştur. Ancak İspanyollar hem bu saldırıları önlemek konusunda isteksiz davranmış hem de Yerlilere çeşitli yardımlarda bulunmuşlardır. Bkz. ERICKSON, s. 110.
(267) DINSTEIN, Yonah: War, Aggression and Self-Defence, Third Ed., Cambridge Universtiy Press, Cambridge, 2001, s. 218.
(268) Örneğin Crenshaw, terörizme mücadele kapsamında alınan tek taraflı önlemlerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Teröristlerin hareketliliği, sınırları geçme yeteneği, bir ülkede elde ettikleri kaynakları başka bir ülkeye karşı kullanmaları, yabancı ülkelerde sığınacak yer bulmaları, başka bir ülkeden elde ettikleri silahları diğer bir ülkede üçüncü bir ülkenin vatandaşlarına karşı kullanmaları ve dördüncü bir ülkeye kaçmaları; (bütün bunlar) tek taraflı terörizm politikalarının problemli olduğu anlamına gelir.” Bkz. CRENSHAW, Martha: “Unintended Consequences: How Democracies Respond to Terrorism”, Fletcher F. World Aff., Vol. 21 1997, s. 155’den aktaran BEŞE, s. 32.
(269) MALVESTI, Michele L.: “The New World Disorder: Bombing Bin Laden: Assessing the Effectiveness of Air Strikes as a Counter-Terrorism Strategy”, Fletcher F. World Aff., Vol. 26, 2002, s. 19.
(270) Lockerbie olayının Libya’nın 1986 Libya saldırısına misilleme amacıyla düzenlendiğini ABD’li yetkililer de kabul etmektedir. Bkz. LOBEL, Jules: “The Use of Force to Respond to Terrorist Attacks: The Bombing of Sudan and Afghanistan”, Yale J. Int’l L., Vol. 24, 1999, s. 555; SIEVERT, s. 1427. 19 Eylül 1989 tarihinde Nijer üzerinde infilak ederek düşen 171 yolcu ve mürettebatın ölümüyle sonuçlanan UTA Havayollarına ait 772 sayılı uçakla ilgili olarak Fransız yetkililer olayın Libya tarafından planlandığı ve finanse edildiğini ileri sürmüştür. Bkz. HIGGINS, 1997, s. 20.
(271) 1986 Libya Saldırısının Lockerbie Faciası üzerindeki etkisine işaret eden Malvesti, 1998 Sudan ve Afganistan saldırılarının Ladin’i 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmeye teşvik ettiğini ileri sürmüştür. Bkz. MALVESTI, s. 22.
(272) LOBEL, 1999, s. 555. Pakistanlı bir politikacı ABD’nin Ladin’i ele geçirmek için Afganistan’ı bombalaması halinde bu durumun binlerce yeni Ladin yaratacağını belirterek söz konusu durumu kısaca özetlemiştir. Bkz. SCHEIDEMAN, s. 284.