Av. Dr. Murat Sadak: Hukuki olarak idam cezasının geri getirilmesi mümkün değil

Avukat Doktor Murat Sadak

İdam cezası tartışmalarıyla ilgili hazırladığımız özel dosyada alanında uzman hukukçu ve akademisyenlerden bu konu hakkındaki görüş ve düşüncelerini aldık. Avukat Doktor Murat Sadak, “İdam Cezası Tartışmaları” dosyamızla ilgili sorularımızı yanıtladı.

Bir ceza hukukçusu olarak idam cezasının olumlu veya olumsuz yönlerini değerlendirir misiniz?

Devlet hukuk yoluyla da olsa cinayet işleyemez

İdam cezası, devletin belirli suçlarda uygulamış olduğu; suçun karşılığı olarak mahkumun hayatını sona erdirmesi veya infazı şeklinde açıklanır. İdam cezasının olumlu ve olumsuz yönlerini tartışmanın dahi doğru olmadığı kanaatindeyim. İdam cezasını savunanların ellerindeki tek argüman bu ceza sisteminin gelmesi halinde caydırıcılığı yüksek olacak olmasıdır. Ancak cezaların caydırıcılığı için hukuk sistemimizdeki en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbettir ve bu ceza tam, eksiksiz uygulanması halinde oldukça caydırıcıdır. Bu noktada önemli olan uygulamalardaki boşlukların giderilmesidir. Kaldı ki mahkum da olsa bir kişinin yaşam hakkını elinden almak hukuk düzeninde kabul edilebilir değildir. Devlet hukuk yoluyla da olsa cinayet işleyemez. Dolayısıyla tartışılmasını dahi sakıncalı bulduğum bu cezalandırma sisteminin olumlu bir yönü olmadığını belirterek; kapının aralanması halinde oldukça büyük sorunlara yol açacağını düşünmekteyim.

İdam cezasının geri getirilmesi mevcut hukuk sistemimizde mümkün mü? Eğer ki bir anayasa değişikliği yapılmak istense, referandum ile halkın onayına sunulsa ve evet oyları yüzde 51 olsa, yine de pratikte idam cezası kolayca hukuk sistemimizde uygulanır olabilir mi?

Bu sorunun cevabını açıklamak adına öncelikle ölüm cezasının ülkemizdeki hukuki sürecini incelemek yerinde olacaktır. Osmanlı’da Şeyh Bedrettin’den Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde Başbakan Adnan Menderes’e, 12 Mart’ta Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dan 1984’te son idam edilenler olan İlyas Has ve Hıdır Aslan’a kadar idam cezalarının uzun bir tarihi vardır. Türkiye’de idam cezası 1920 yılında Meclisin kurulmasıyla uygulanmaya başlandı. Birçoğunuzun bildiği gibi de 1984 yılında ise Türkiye’de ölüm cezasına dayalı son infaz gerçekleştirildi. Türkiye’de 1920 ile 1984 yılları arasında 15’i kadın toplam 712 kişi idam edildi. Üstelik bu sayıya İstiklal Mahkemeleri kararlarıyla idam edilenler dahil değildir. Daha vahimi bu listede 1920-1961 yılları arasında 11’i İstiklal Mahkemesi kararıyla olmak üzere idam edilen 16 milletvekili de yer alıyor. Bunlardan son üçü, 1961 darbesinden sonra idam edilen Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu ile Başbakan Adnan Menderes’tir. Ancak şunu açıklıkla ifade etmek gerekir ki idamların tarihi askeri darbelere koşut bir görünüme sahiptir. Nitekim ülkemizde sivil yılların infaz ortalaması yaklaşık olarak 2 iken; askeri yılların ortalaması ise 13,5’tir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da “ölüm cezasının yerine getirilmemesinde kamu yararı görülmediğinden” 50 kişi darağaçlarında yaşamını yitirmiştir. Ancak “Ölüm cezasının yerine getirilmesinde “nasıl bir “kamu yararı” olduğu asla tartışılmamıştır. Öyle ki, örneğin İlyas Has’ın ölüm cezasının yerine getirilmesine ilişkin tasarının mecliste görüşme tutanakları bir sayfayı bile bulmuyordu. Erdal Eren de 18 yaşın altında olmasına rağmen yaşı büyütülerek idam edilmişti.

Hukuki olarak idam cezasının geri getirilmesi mümkün değildir

Nihayetinde, Türkiye ölüm cezasını resmiyette ilga etmeden önceki 20 yıllık süreçte de fiilen uygulamadan kaldırmıştır. Ekim 1984’ten itibaren mahkemeler tarafından verilen ölüm cezaları Meclis’te onaylanmadığı için infaz edilmemiş, 1991 yılında çıkarılan bir afla 500 civarında ölüm cezası dosyası, 10 yıl ağır hapse dönüştürülmüş ve 2002’deki yasayla da fiilen uygulanmamış olan tüm idam kararları, ömür boyu hapse dönüştürülmüştür. Türkiye 2000’li yıllara gelindiğinde bu konudaki uluslararası sözleşmelere taraf olmuştur. İlk olarak Türkiye, 15 Ocak 2003 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 6 Numaralı Protokolü imzalayarak; idam cezasını yalnızca savaş veya yakın savaş tehdidi durumlarında işlenen eylemler için ölüm cezası verilebileceğini kabul etmiştir. 2005 yılına gelindiğinde ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ölüm cezasını istisnasız olarak kaldıran 13.protokolüne ve devamında Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye Ek İkinci İhtiyari Protokol; 8 Ekim 2005 tarih ve 5415 sayılı Kanunla uygun bulunmuş ve Bakanlar Kurulu 12 Aralık 2005 tarih ve 2005/9813 sayılı kararıyla Protokol’ü onaylamıştır. Süreç bu şekilde ilerlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’da belirtildiği gibi bir hukuk devleti olup taraf olduğu uluslararası anlaşmalara bağlıdır. Dolayısıyla hukuki olarak idam cezasının geri getirilmesi mümkün değildir. Mevcut hukuk sistemimizde getirilmesi mümkün değilken referanduma gidilmesi bir yol olarak görülse de oluru bulunmamaktadır. Kaldı ki Anayasa’nın 90.maddesi oldukça açıktır. Buna göre uluslararası anlaşmalar normlar hiyerarşisinin en üst konumundadır. Dolayısıyla uluslararası anlaşmalara aykırı kanun çıkartılması mümkün değildir. Öte yandan evrensel hukuk ilkeleri referanduma sunulamaz. Hukukun evrensel ilke ve esasları, normlar hiyerarşisinin tepesindedir. İdam cezasını öngören Anayasa değişikliği referanduma sunulup geçerli oy alsa dahi hukuken kabul edilebilir değildir.

İdam cezasını tekrar uygulayabilmek için Türkiye’nin 2004 yılında kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 6’ncı madde ve 13 ek protokollerinden vazgeçmesi pratikte ne kadar mümkün? AİHS’ten vazgeçilmesi durumunda Türkiye açısından başka olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir mi?

Evrensel hukuk ilkeleri referanduma sunulamaz

İdam cezasının “temel insan hakkı” kapsamında olduğu için referanduma sunulup sunulmayacağı sorusuna baktığımızda temel hak ve özgürlüklere ilişkin uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşmenin esas alınacağına ilişkin Anayasa’nın 90’ncı maddesinin 5’inci fıkra hükümlerine işaret etmekte fayda vardır. Anayasa’nın 175’inci maddesine bakıldığında, ölüm cezasına ilişkin anayasa değişikliğinin referanduma sunulması elbette ki mümkündür. Zira anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez ilk üç maddesi arasında değildir. Ama unutmamak gerekir ki; Anayasa’nın 90’ıncı maddesinin 5’inci fıkrasına göre Türkiye’nin bağlı olduğu AİHS ve ek protokolleri kanunların üzerindedir. Anayasaya aykırılığı dahi iddia edilemez dediğiniz noktadadır ve haliyle bu sözleşmelerden çekilmedikçe Anayasa’yı da değiştirmek de olası değildir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi evrensel hukuk ilkeleri referanduma sunulamaz.

Türkiye küresel dünyada yalnızlaşabilir

Öte yandan 5’inci fıkra kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayan değil, geliştiren konularda uluslararası sözleşmeler öncelikli demektedir. O nedenle Türkiye’nin bu anlaşmalardan geriye dönmesi gerektiği iddiası karşısında ahde vefa, sözleşmelere bağlılık esasının olduğu gözardı edilemez. Bunlar kurucu nitelikli nesnel vasıftaki sözleşmelerdir. Buradan çekildiğiniz zaman, bunun başkaca sıkıntıları olacağını göze almanız gerekir. Bunun başında da suçluların iadesi meselesi gelir. Bu öyle bir noktadır ki, Avrupa Konseyi’ni, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, AİHM’i tanımıyorum deme aşamasına geldiğiniz anlamını taşır. Bunun doğal sonucu olarak da ölüm cezasını getirmek demek, batının  artık suçluları iade etmeyeceği dolayısıyla, iadeyi unutacağınız noktayı da beraberinde gelecektir. Diğer bir deyişle suçluların iadesi anlaşmasını da işlevsiz bırakacağınız sonucunu doğuracaktır. Bununla birlikte küresel bir dünyada yalnızlaşmayı getirecektir.

İdam cezasına alternatif Türk hukukunda hangi adımlar atılabilir, özellikle belli suçlarda ceza artırımı yapılması bu tartışmaların önüne geçebilir mi?

Suçla mücadele politikası, cezaların arttırılması olarak ele alınamaz. Ülkemizdeki ceza sistemindeki en ağır ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ülkemizde idam cezasının kaldırılması ile ikame edilmiştir. Bu noktada yine vurgulanması gereken ‘’cezaların ağırlaştırılması’’ değil “cezaların etkin şekilde uygulanması”dır. Önemli olan cezaların ağırlığı değil etkin uygulanabilirliğidir.

İdam cezasının belli katalog suçlar için uygulanacak olması, bu yaptırımı makul göstermek için yeterli midir?

Hiçbir hukukçu idam cezasının meşrulaştırılmasını savunmamalıdır. Hukukçunun amacı bir insanın yaşam hakkını elinden almak veya alınmasını desteklemek olmamalıdır. Burada idam cezasının gelmemesi gerektiği konusunda görüş bildirirken amacımız suçu işleyeni savunmak değil; uluslararası anlaşmalar ile de koruma altına alınan temel kişilik haklarının savunucusu olmaktır. Türkiye’de idam cezalarının meşru olduğu dönemlerde verilen kararlara bakılacak olursa siyasi saikler ile idam cezası verilmiştir. Günümüzde ise idam cezaları gittikçe artan kadın, çocuk cinayetleri, istismar olaylarından kamuoyunun rahatsız olmasından dolayı gündeme getirilmiştir.

İdam cezasının uygulanmasında ölçülülük ilkesine bağlı kalmak ne kadar mümkün? İdam cezasının yol açacağı mağduriyetler olacak mıdır? Olmaması için bir çözüm üretilebilir mi?

İdamla kusur giderilemez

Türkiye’de birçok insan, hakkındaki cezalar kesinleşmeden, atılı bir suçlama dahi olmadan tutuklanmaktadır. Bu şekilde tutuklanan kişilerin sayısı azımsanamayacak kadar fazladır. Dolayısıyla böyle bir cezalandırma sisteminin kapısının açılması halinde bu şekilde tutuklanan kişilerin durumunun ne olacağı meçhul olacaktır. Ülkemizde tutuklanıp, uzun süre yargılandıktan sonra kişilerin ‘‘yanlışlıkla’’ tutuklandığı ortaya çıkanlar da vardır. Bir insanı idam ettikten sonra kusur giderilemeyeceğinden; giden geri getirilemeyeceğinden sonuçları giderilebilir olmaktan çıkacaktır. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ölüm cezalarının görüşüldüğü dönemde Adalet Partisi sıralarının başında oturan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “O günün şartları öyle icap ettiriyordu”; İsmet Sezgin, “Yanlış yaptık. Bir fiili durum oldu adeta. O günün havasında Meclis başka türlü karar veremezdi” derken; AP’li Zeki Çeliker “Hiçbir zaman idamı onaylayacak bir tavır içinde olmadım, elim kalkmadı” demiş, tutanaklardan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı için oy verdiği tespit edildiğinde “Demek ki unutmuşum, yanlış yapmışım” diye konuşmuş; AP kökenli siyasetçilerden Nahit Menteşe de “Asker mutlaka idamlarını istiyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşları konusunda yanlış yaptık” açıklamasında bulunmuştur. Görüldüğü gibi idama onay verenler bile bu husustaki pişmanlıklarını dile getirmekten geri durmamıştır. 12 Eylül askeri darbesinden sonra Milli Güvenlik Konseyi lideri Kenan Evren meydanlarda “Asmayıp da besleyelim mi?” derken; 22 yıl sonra “İdamın kalkmasından yanayım. Çünkü AB’ye girmek taraftarıyım” demekten imtina etmemiştir. Görüldüğü üzere idam cezasının başlıca savunucuları bile bu savlarından vazgeçmiş, adeta nedamet getirmiştir.

Özellikle cinsel dosyalarda kamuoyunda yaratılan infialler sonucunda tutuklanan şahısların idam edilmesinin yolunun açılması cinayet olacaktır. Kaldı ki bu kapı bir kez açılırsa idam cezasının uygulama alanı mutlaka genişleyecektir. Örneğin; cinsel istismara idam cezası uygulanıyorsa bununla eşdeğer hapis cezası olan suçlarda da idam cezasının uygulanması muhtemel olacaktır. Bunun da ötesinde kurbanların “tanıdıkları bir kişiyi idam sehpasına gönderme olasılığıyla” başa çıkmaları gerektiğinde, bu durum kurbanlara “ek bir yük” getirecek; özellikle kırsal bölgelerde tecavüze uğramanın büyük bir leke olarak görülmesi ve cezalar sertleşse bile bunun kurbanları yaşadıklarını anlatmaya teşvik etmemesine sebebiyet verecektir. Üstelik tecavüze ölüm cezası verilmesine karşı öne sürülen en büyük argümanlardan birinin, bu cezanın aslında mahkemeleri mahkumiyet vermekten caydırması olduğu da göz ardı edilmemelidir.

İdam cezasının getirilmesi ya da cezaların artırılmasıyla suç oranlarında azalma olur mu?

İdam cezası suç işlemeye engel değil

Öncelikle bu soruyu cevaplarken elimizde olan verilerle hareket etmeliyiz. Dünya devletlerinin birçoğu idam cezasını uygulamazken; idam cezasını uygulayan devletler de bulunmaktadır. Halihazırda 58 ülkede hâlen ölüm cezası kullanılmaktadır. 98 ülke ölüm cezasını hukuken tamamen kaldırmış, 7’si savaş suçları ve istisnai durumlar dışında kaldırmış, 35’i ise fiilen ölüm cezasını uygulamadan kaldırmıştır. Hala idam cezasını uygulayan ülkelere örnek vermek gerekirse; Afganistan, Hindistan, Nijerya, İran, Irak, Çin ve devamında 52 ülkedir. Ancak bu ülkelerin 35’inde idam cezası uygulaması savaş ve olağanüstü hal ile sınırlanmış durumdadır. Yine bu ülkelerin 32’sinde en az 10 yıldan beri infaz edilen idam cezası bulunmamaktadır. Gelişmiş ülkelerin ise birçoğunda idam cezası uygulanmamaktadır ve bu ülkelerin kamuoyunda söz konusu cezaya şiddetle karşı çıkılmaktadır. İşlenen suç oranlarına bakıldığında ise idam cezasını kabul etmeyen ülkelerde işlenen ceza oranları idam cezasını kabul eden ülkelere göre daha azdır. Örneğin; ABD’de eyaletlerin bazılarında idam cezası uygulanırken, bazılarında uygulanmamaktadır. Yapılan araştırmalara göre idam cezasını kabul eden eyaletlerde ki suç oranları daha fazladır. Bir başka örnek ise Hindistan’dır. Hindistan’da yine idam cezasını kabul eden devletler arasındadır. Hindistan’da cinsel saldırı vakaları çok fazla olup; 2014 yılının rakamlarına göre Hindistan’da hala “günde” 93 kadın cinsel saldırıya uğramaktadır. Hindistan örneği de açıkça gösteriyor ki idam cezasının kabul edilmesi ile suçun caydırıcı olmayacağı aşikardır. Burada gelişmiş ülke ve gelişmemiş ülke ayrımı yapılmalıdır. Zira insanları suça iten en önemli faktör sosyo-ekonomik durumlardır.

Toplum, her infial yaratan olayda niçin idam cezasının geri getirilmesini talep ediyor olabilir?

Toplumumuz ezelden beridir vicdanına göre hareket eden bir toplum olmuştur. Her zaman vicdani kanaatlerimizi en yüksek değer olarak kabul ederiz ve fakat vicdani kanaatlerimiz ile hukuk kimi noktalarda çatışabilmektedir. Hukuk, her zaman vicdani kanaatler ile uygulanabilir değildir. Kaldı ki sosyal medya gibi bir platformda son zamanlarda bir hayli kullanılmaktadır. Sosyal medyada yazılan olayların her zaman doğru olduğu gibi bir durum olmamakla birlikte bilgi kirlilikleri de oldukça fazladır. Somut olayın vakıaları net bir şekilde araştırılmadan kişilere suçlu muamelesi yapıldığı ve linç kültürünün uygulandığı çok sayıda vaka vardır. Zira, Türk toplumu her zaman bu şekilde, yani duygularıyla hareket etmektedir. Kaldı ki son zamanlarda cinsel dosyaların, kadın-çocuk cinayetlerinin arttığı bizim de kabulümüzdür. Toplum olarak televizyonlarda ve sosyal medyada bu olayları görmekten yorulduğumuz için önünü arkasını düşünmeden; hukuki inceleme yapmadan idam yasağını konuşmak oldukça kolaydır. Ayrıca bu noktada idam isteyen kişilerin birçoğu çoğunlukla bir kişinin başına gelebilecek en kötü şeyin ölüm olduğu düşüncesiyle ve intikam hissiyle bunu istiyorlar. Ancak unutmamamız gerekir ki idam cezası; cinayetin devlet tekelinde gerçekleştirilmesidir.


İdam cezası tartışmaları özel dosyamızın diğer bölümlerine göz atın: