Hayvanları Koruma Gününde Türkiye’de Durum Ne?

Dünya kurulduğundan beri beraber yaşadığımız hayvanlara ayrılan gün, sanıldığı gibi çok eskilere uzanmıyor. Hayvan haklarına dikkat çekmek amacıyla Alman yazar Henrich Zimmermann’ın öncülüğünde ilk kez 24 Mart 1925’te Berlin’de organize edilen Dünya Hayvanlar Günü, dört yılın ardından yerini 4 Ekim 1929’da Hayvanları Koruma Günü’ne bıraktı. Hayvanları koruma günü olarak 4 Ekim’in seçilmesindeyse Katolik Fransiskan cemaatinin kurucusu Assisili Francesco ismi karşımıza çıkıyor. Hayvanseverler, hayvanlarla konuştuğuna inanılan ve ekolojinin koruyucu azizi olarak adlandırılan Francesco’nun öldüğü 4 Ekim’i hayvanları koruma günü olarak belirledi.

Hayvan hakları savunucuları ve STK’lar Türkiye’de artan hayvana yönelik şiddet ve hayvan hakkı ihlallerinden dolayı son birkaç yıldır 4 Ekim Hayvan Hakları Günü’nü kutlamayı reddediyor. Öyle ki bu zamana kadar hazırlanan en kapsamlı Hayvan Hakları Kanunu yasa tasarısı 2019’dan beri Türkiye Millet Meclisi’nde görüşülüp yasalaşmayı bekliyor. Hayvanların hakları halen 24 Haziran 2004’te kabul edilen 5199 sayılı Hayvanları Korumak Kanunu ile korunmakta.

4 Ekim Hayvanları Koruma Günü dolayısıyla Adana Barosu Hayvan Hakları Komisyon Başkanı ve aynı zamanda Yaşam Hakkına Saygı Derneği‘nin gönüllü olarak hukuki danışmanlığını yapan Av. Gülşah Görür ile görüştük.

Av. Görür’e 2019 yılında hazırlanan Hayvan Hakları Yasa Tasarı’sının niçin önemli olduğunu sorduk. Mevcut 5199 sayılı kanunun beklentileri karşılamadığını ve Haziran 2014’te yönetmeliklerle birtakım düzenlemeler yapılsa da bunların yeterli olmadığının altını çizen Görür, 2019’da hazırlanarak Meclis gündemine sunulan yasa tasarısının önemini şu cümlelerle ifade etti:

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla Araştırma ve İnceleme Komisyonunca hazırlanan hayvan hakları ihlalleri, hayvana şiddet, kötü muamele, işkencenin önlenmesi ve hayvan hakkı ihlallerinin incelenmesiyle ilgili rapor hazırlanırken bütün Barolar, Türkiye genelindeki birçok sivil toplum kuruluşu, dernek bu çalışmalara davet edildi. Hepimiz Meclis’e giderek birçok defa görüşmeler yaptık. Sivil toplum kuruluşları, barolar, üniversiteler, Tarım Orman İl Müdürlüklerinden temsilciler, ucundan kenarından hayvan haklarıyla ilgisi olan herkes bu görüşmelere katıldı. Bu görüşmelerimiz sonucunda Meclis Araştırma ve İnceleme Komisyonu hayvan hakkı ihlalleri ile ilgili çok detaylı bir rapor çıkardı ve bu rapora göre de yeni bir yasa tasarısı oluşturuldu. Yeni bir yasa tasarısı da Meclis gündeminde var ancak tasarı hâlâ Meclis’te bekliyor, yasalaşmadı.

Söz konusu tasarının hâlâ yasalaşmamasıyla ilgili Gülşah Görür’ün yorumu ise Türkiye’nin hem ulusal hem uluslararası gündeminin son derece yoğun olmasından dolayı tasarıya sıranın gelmemesi yönünde. Ancak Cumhur İttifakının önerisiyle düzenlendiği için tasarının yasalaşma olasılığının yüksek olduğunun altını çizen Görür, hayvan haklarıyla ilgili Türkiye’deki yasanın Avrupa’daki yasalar karşısındaki durumunu şu sözlerle değerlendirdi:

“Hayvanları Koruma” Değil “Hayvan Hakları”

Ülkemizde “Hayvan Hakları Kanunu” değil “Hayvanları Koruma Kanunu” var. En başta söylediğimiz şey hep şudur: Hayvanları Koruma Kanunu değil aslında önce isminin değişmesi Hayvan Hakları Kanunu olması lazım çünkü kültür ve tabiat varlıklarını korumuyorsunuz. Canlı, can taşıyan, duyguları hisleri olan; acıyı, sevinci, mutluluğu hissedebilen bir canlının hakları söz konusu. Dolayısıyla “koruma” değil ismi “hayvan hakları” olsun dedik ismi.

Şu anki yasaya göre hayvanlar ne yazık ki mal statüsünde. Sahipli hayvana zarar verildiğinde bunun cezası da “mala zarar verme”den oluyor. Zarar veren kişi hakkında dava açılırsa hayvana şiddetten değil Türk Ceza Kanunu’na göre mala zarar verme suçundan dava açılıyor. Sahipsiz hayvana şiddetin, kötü muamelenin zaten hiçbir şekilde hapis cezası yok, onun direkt idari para cezası var. Ancak çıkmasını planladığımız yeni yasa tasarısında sahipli sahipsiz ayrımı gözetmeksizin hayvanlara karşı işkence, şiddet, her türlü kötü muamele karşılığında bir hapis cezası öngörülüyor. En temelindeki değişiklik bu olmakla beraber birçok konuda hayvanların lehine olan düzenlemeler var.

Sokaklarda hayvan görmek istiyoruz

Tabii diğer ülkelere Avrupa’ya, Amerikaya baktığımızda koşullarımız aynı değil ancak bazı noktalarda da aynı olmasını zaten istemiyoruz. Örnek veriyorum: 5199 sayılı Kanun’un 6 maddesinin değişmesini kesinlikle istemeyiz. Bu madde nedir? Belediyeler hayvanları ancak kısırlaştırmak, bakımını, tedavisini yapmak için alırlar ve sonrasında aldıkları bölgeye geri bırakmak zorundadırlar. Yani hayvanları sokaktan alıp barınaklara kapatamaz, buralarda uzun süre tutmazlar. Ancak tedavi ve kısırlaştırma için alabilirler. Sokakta kendi kendine yaşaması mümkün olmayan hayvanlar ancak alınabilir. Fakat birçok Avrupa ülkesinde bugün hayvanların barınaklarda bakılması ve oralarda ömrünü sonlandırması yönünde bir uygulama söz konusu. Ama ülkemizde barınak koşullarını bildiğimiz, barınakları ölüm kampı olarak değerlendirdiğimiz için barınaklara sadece tedaviye muhtaç, tek başına sokakta hayatını sürdüremeyecek, çok yaşlı, sakat veya hasta hayvanların alınması; onun haricinde sağlıklı hayvanların tedavileri yapıldıktan veya kısırlaştırması yapıldıktan sonra alındıkları bölgeye bırakılmasını istiyoruz. Yani sokaklarda hayvan görmek istiyoruz. Ancak birçok Avrupa ülkesinde hayvanlar bakımevlerinde, rehabilitasyon merkezlerinde veya barınaklarda bakılıyor. Avrupa’yı bu bu konuda örnek almak istemiyoruz.

Ancak sahipli sahipsiz hayvana şiddetin ağır cezalarının olması noktasında örnek aldığımız birçok ülke söz konusu. Çünkü bizde sahipsiz hayvanlara şiddete sadece para cezası var. Yoldan geçen, sahibi olmayan bir hayvanın işkenceye uğradığını da görsek, bunu yapan kişiyi de bilsek yapan kişiye en fazla para cezası veriliyor.

“5199 sayılı yasanın en büyük eksikliği bu mudur?” sorumuza Av. Görür’ün cevabı net:

Hayvana şiddet Türk Ceza Kanunu kapsamına alınmalı

Budur! Hayvanın mal statüsünde olması, can olarak görülmemesi, sahipli sahipsiz ayrımı yapılması. Sahipli hayvana da yani birinin evinde beslediği bir hayvana da bir işkence uyguladığınızda o hayvana bunu uyguladığınız için ceza almıyorsunuz. O hayvanın sahibi malı olduğu için mala zarar vermeden ceza alıyorsunuz. Bence mevcut yasanın en acil şekilde değişmesi gereken kısmı sahipli sahipsiz hayvan ayrımı yapılmaksızın hayvana şiddetin Türk Ceza Kanunu kapsamına alınması ve hayvana şiddetin suç olarak kabul edilmesidir.

Haziran 2014’te TBMM Çevre Komisyonu tarafından Hayvanları Koruma Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının ilk beş maddesi içerisinde yer alan “Ev ve süs hayvanı satan kişiler bu hayvanların bakımı ve korunmasıyla ilgili olarak yerel yönetimler tarafından düzenlenen eğitim programlarına katılarak sertifika almakla yükümlüdürler” maddesini kendisine hatırlattığımızda Görür’ün yorumu şu yönde oldu:

Aslında 5199 sayılı kanun çok kötü bir kanun değil

Yerel yönetimlerin dönem dönem açtıkları yerel hayvan koruma görevliliği eğitimleri var. Bu eğitimlere katılan kişiler, eğitimleri tamamladıktan sonra yerel hayvan koruma gönüllüsü oluyorlar ve mevcut yasanın kendilerine verdiği birtakım imkanlardan ve haklardan yararlanabiliyorlar. Bunlar neler: Belediyelerin yaptıkları çalışmalarda yer alabilmek, belediyelerle iş birliği ve iş bölümü yapabilmek, onlarla koordineli çalışabilmek. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun yerel hayvan koruma görevliliği belgesi olanlara, yerel hayvan koruma görevlilerine tanımış olduğu bunun gibi birtakım haklar var. Ancak uygulamada bu ne kadar uygulanıyor? Bir yerel hayvan koruma görevilisiyim dediğiniz belgenizi gösterdiğiniz zaman belediye sizi ne kadar ciddiye alıyor? Orası soru işareti, uygulamada çok karşılık bulabilmiş bir durum değil.

Aslında şöyle: 5199 sayılı kanun çok kötü bir kanun değil. Hayvana şiddete hapis cezası ön görmemesi haricinde çok kötü bir kanun değil. Güzel maddeleri de var ancak uygulamada çok karşılık bulamamış, çok yer edinememiş. Bizim en çok üstünde durduğumuz noktalardan biridir, bunun sebebi de yerel yönetimlerin herhangi bir ceza ya da idari sorumluluğunun olmaması. Yani yerel yönetimler hayvanlarla ilgili konularda üzerlerine düşen sorumlulukları, yasal olarak yükümlülükleri yerine getiremedikleri zaman ciddi yaptırımlarla karşılaşmadıkları için bunlara uymayabiliyor, 5199 kapsamında hareket etmeyebiliyorlar. Yerel yönetimlere karşı yaptırım olmadığı için yerel yönetimler ile hayvanseverler sürekli bir sıkıntı yaşamaktalar

Yeni yasa tasarısı kapsamında hayvanseverleri memnun edecek petshoplarla ilgili çok ciddi, kayda değer düzenlemeler olmadığına dikkat çeken Gülşah Görür, 2019’da hazırlanan yeni yasa tasarının önemli noktalarından birini şu şekilde özetledi:

Eğer yasanın içerisinde yer alırsa şu önemli: 2019’daki raporda şuna yer verildi; Bizim ülkemizdeki en büyük sıkıntılardan biri yasaklı ırklar. Yani insanların sahiplenmesinin, evde bakmasının yasak olduğu bazı ırklar var, pitbulllar dogolar. Bu ırkların sahiplenilmesi ve bakılması yasak ancak bugün baktığımızda insanlar çok kolay bir şekilde bu hayvanlara ulaşabiliyorlar satın alabiliyor. Ve uygulamada bunun sıkıntısıyla karşılaşıyoruz. Bu konuda Komisyon şöyle bir tespitte bulunmuştu raporunda: Tamam yasaklı ırk kapsamında değerlendirilen böyle hayvanlar var ancak bunları -normal prosedür şudur: Yasaklı ırk ihbarında bulunduğunuz zaman Tarım Orman İl Müdürlüğü görevlileri gider ve bu hayvana el koyarlar. Ve bu hayvan birtakım muayenelerden geçtik sonra bakımevlerine ve barınaklara yerleştirilir. Bakımevlerinden ve barınaklardan ölmeden geri çıkabilmesi mümkün değildir. Sahibi, herhangi biri gidip oradan geri alamaz. İhbar ve görevlilerin tespiti halinde bu hayvan devletin uhdesine geçer. Sonrasında ancak ölmesi halinde oradan çıkabilir.

Yeni tasarıda yani  komisyon raporunda şöyle bir ibareye yer verilmişti: Tamam yine alınsın saldırganlık, agrasyon testi yapılsın ancak birtakım kontrollerden geçtikten sonra eğer hayvanın zararsız olduğu gözlemlenirse bu durumda hayvanın sahibine verilebilmesinin önü açılsın diye bir düzenleme vardı. Bu bizim için önemli bir düzenleme çünkü Türkiye’de binlerce belki onbinlerce pitbul, dogo gibi yasaklı ırk kapsamına giren hayvan bu tür barınaklarda ölümü bekliyor. Sahipleri var belki çoğu saldırgan değil.  Evde küçük bir teriyer kaniş gibi büyütülmüş bir pitbul ya da dogo olduğunun bile farkında değil ancak sahiplerinden herhangi bir sebeple koparılmış. Sahipleri perişan, her gün barınağa ziyarete giden var hayvanını görmek için ancak çıkaramıyorlar. Hayvanlar orada ailelerinden ayrıldığı için yemeden içmeden kesiliyor ve ölümü tercih ediyorlar. Bu tarz dramatik olaylarla çok karşılaşıyoruz. Hukuken de ne yazık ki bu hayvanların oradan çıkarılmasının önü kapalı olduğu için yeni yasada yasaklı ırklarla ilgili bu düzenleme hukuken bizim önümüzü açacaktır, eğer yasalaşırsa.